Küresel terörist
(2002)–Willem Oltmans– Auteursrechtelijk beschermd
[pagina 46]
| |
SihanukSukarno ve Kamboçya Krallığı'ndan Prens Norodom Sihanuk uzun süreden beri arkadaştı ve Afrikalı-Asyalı ulusların Bağlantısızlar Hareketi de içinde olmak üzere dünya politikasına ilişkin ortak görüşlere sahipti. Sukarno bir CIA darbesiyle tasfiye edilince, Sihanuk bir röportajında, Endonezya Başkanının, uzun süredir CIA'nın hedefi olduğunu bildiği halde, nasıl olup da bir sürprizle yerinden edilebildiğini anlayamadığını söyledi. Fakat Prensin kendisi de bir CIA sürpriziyle karşılaşacaktı. 18 Mart 1970'de, ülkesine dönerken verdiği bir mola için Moskova'dayken, işbirlikçi General Lon Nol Pnom Penh'de iktidarı ele geçirince, CIA'nın bir başka kurbanı oldu. Richard Nixon ve Henry Kissinger hâlâ Güneydoğu Asya'da savaş peşindeydi ve Gizli Ekip'teki parlak zekaların tavsiyesiyle, Ho Chi Minh'in güneydeki Vietkong'u desteklemesini önlemek için hızla Laos ve Kamboçya'ya girilmesinin en iyisi olacağına karar vermişlerdi. Sihanuk, ABD askerlerinin Kamboçya topraklarında faaliyet göstermesini kabul etmeye hazır değildi. Gitmesi gerekiyordu. Ve bu yüzden Lon Nol darbesi oldu. 30 Nisan 1970'de ABD istilası başladı. Washington'da politikayı belirleyenler uzun süredir uluslararası yasalara uymayı veya anlaşmaların çiğnenmesini dert edinmeyi bir yana bırakmışlardı; bunların içinde ABD'nin geliştirilmesine katkıda bulunduğu ve gereğince imzaladığı, ve Kamboçya'yı en azından kağıt üzerinde bu türden Hitlervari bir istiladan koruyan BM sözleşmesi de vardı. Nixon ve Kissinger, hedeflerine ulaşmada, Üçüncü Reich yöntemlerini harfiyen izliyordu. | |
[pagina 47]
| |
Gazeteci Wilfrid Burchett ile birlikte yazdiğı kitabı ‘CIA ile Savaşım’daGa naar eind(29) Prens Sihanuk şöyle diyor: ‘Bu Hitler'in yaptığından daha kötü. (...) İnsanları fırınlarda yakmak ve gazla zehirlemek ile bunu bütün bir ulusa açık havada yapmak arasında ne fark var? Başkan Nixon'un bugün yapmakta olduğu tam da budur. (...) Kamboçya'da bu, doğal çevremizi de tahrip ederek Kamboçyalıların bugünkü ve gelecekteki kuşaklarını yok etmek üzere önceden tasarlanmış bir ABD politikasının bir parçası olarak, gözlerimizin önünde gerçekleşiyor. Bir kez doğa öldü mü, insan da ölür.’ Washington'daki teröristler Kamboçya'da açıkça soykırım uyguladılar, tıpkı çoktandır Vietnam'da yapmakta oldukları gibi, tıpkı Endonezya'da beş yıl önce başka bir CIA işbirlikçisi Suharto'nun yardımıyla yaptıkları gibi. Sihanuk, ülkesindeki ‘barbar ABD saldırganlığı’ndan söz ediyordu. Washington'dan kaynaklanan tehlikeler üzerinde sık sık kafa yormuş olduğunu hatırlıyordu. ‘Önceden tahmin edemediğim tek şey, ABD'nin ülkemizi parçalara bölme çabası içinde doğrudan yer alacak olmasıydı. (...) Cezalandırılıyor, aşağılanıyor ve üzerinde odun yarılacak kütük olmaya hazır hale getiriliyorduk, çünkü saygınlığımızı korumakta ısrarlı olmuştuk. ABD'nin kuklaları olmayı ve antikomünist haçlı seferine katılmayı reddettik. Böyle bir rol için önerilen milyarlarca doları elimizin tersiyle ittik. Birbirini izleyen ABD yönetimlerinin gözünde suçumuz buydu.’ Biliyordum ki, aynı satırları Sukarno da yazabilirdi. Prens, ABD askerlerinin Kamboçya topraklarında Vietnamlılarla çatışmaya girmesine izin vermesi yönündeki Washington'un isteklerine neden boyun eğmediğini kitabında açıklıyor. ‘Güney Vietnam'da savaş meydanlarındaki yenilgilerini örtbas etmek için Amerikalı komutanlar, özellikle General William Westmoreland ve Creighton Abrams, ABD'nin tam zaferini önleyen tek şeyin Vietkong tarafından kullanılan Kamboçya'daki sığınaklar olduğunu ısrarla savunuyordu. Siha- | |
[pagina 48]
| |
nuk reddetti. ‘Bu, tarafsızlığımızdan vazgeçmek demek olurdu. İkincisi, Kamboçya halkının büyük çoğunluğuyla birlikte ben de ABD saldırganlığına karşı Vietnamlıların direnişine yakınlık duyuyordum.’ Açıklığa kavuşturuyor, ‘Doğru, ben Kamboçya'da komünizmi istemiyordum. Lon Nol'un etkisi altındaydım ve açıkça anladığımda artık çok geçti. O benim ilgimi soldan bir düşman üzerinde yoğunlaştırmamı istiyordu, böylece aşırı sağ üzerinde çevirdiği entrikaları gizleyebilecekti.’ Kuşkusuz, Sihanuk darbe haberinden sonra acilen Moskova'dan Pnom Penh'e dönmek istedi. ‘Fakat Lon Nol dikkatli ve acımasızdı’ diye not ediyor. Aslında CIA tercihen kanlı cinayetlerle çalışır. Prens'in edindiği bilgilere göre, eğer darbe sırasında ülkesinde olmuş olsaydı, öldürülecekti. Şimdi komplocular onun dönüşünden korkuyordu. Ya ordu, Lon Nol yerine onun yanında yeralırsa? Bu yüzden Moskova'ya bir mesaj yollandı. Yasal devlet başkanını Kamboçya'ya geri getirecek şirket hangisi olursa olsun, komplocular uçağa el koyacak ve mürettebatını tutuklayacaktı. Prens, Lon Nol'a ‘bir baş hain’ diyorduGa naar eind(30). Sihanuk, Sukarno'nun 1950'lerde yaşamış olduğu Sorunların aynısını Eisenhower ve Dulles ile yaşadı. 1953'de Washington'da John Foster Dulles ile bir saat konuştu ve görüşmeden, dehşete düşmüş halde çıktı. Dulles Prens'e ‘Bölgende komünizmi yen’ diye bağırdı. İyice yatışmış olarak, Sihanuk kitabında, ‘Bizim işlerimizi fazla dert etmemesini söylemek isterdim’ diye yazıyorduGa naar eind(31). Her iki lider de Eisenhower yönetiminin komünizm hakkında ‘sabit fikir’li olduğundan emindi. Suharto, sonunda iktidarı fiilen ele geçirdiği 1965 ile 1967 arasında, 1965 darbesinden Endonezya Komünist Partisi'nin sorumlu olduğunu açıklaması için Sukarno'ya yoğun bir baskı uyguladı. Sihanuk gibi Sukarno da biliyordu ki, onu iktidardan indirmek için atılan bu ikinci adım da, tümüyle ve özellikle Washington'dan başlatilan bir girişimdi. Sukarno'yu 1966 yılı Ekim ayında | |
[pagina 49]
| |
ziyaret edip uzun uzadıya görüştüm -aynı zamanda ona Suharto'nun ilk televizyon mülakatını götürdümve Hollanda televizyonu için röportaj yaptım. Başkan Sukarno, gerçek suçluların kim olduğu konusunda Sihanuk kadar netti. Yardımcılarıyla sürekli temas halindeki Amerikan ajanlarıyla çevrelenmiş olan Suharto, ülke çapında bir cadı avı başlattı. Ellerinde CIA'nın verdiği listeler olan Suharto'nun askerleri komünistlerin kafasını kesiyordu. Açıkçası, işlerini sevmeye başladılar. Sadece CIA listesindeki 5 bin kişi parça parça edilerek öldürülmedi, -Suharto'nun ordusu kurşunlardan tasarruf etmeye çalışıyordu- altı generalin öldürülmesinin ardından yüzbinlerce Endonezyalı boğazlandı. Eğer bu kan banyosu Endonezyalı faşist diktatöre Lahey'e tek yönlü bir bilet hakkı vermezse, başka ne verir? Olsa olsa Pol Pot, Asyalı bir savaş suçlusu olarak Suharto'yu geçebilir ama o bir süre önce öldü ve onu yargılamak artık mümkün değil. Peki bu, CIA hâlâ Johnson'ın adamını -ya da 30 yıl sonra Clinton'ın adamı- koruyor diye Suharto'nun elini kolunu sallayarak dolaşması gerektiği anlamına mı gelir? 1966 yılı Ekim ayı boyunca Başkan Sukarno ile Jakarta'daki Merdeka Sarayı'nda ve dağlardaki Bogor Yazlık Sarayı'nda yaptığım bir dizi sohbet sırasında açıkça anladım ki, ulusun babası, tıpkı dostu Sihanuk gibi, Endonezya ve Kamboçya'nın, CIA'nın generalleri birbirine karşı kullanarak yaptığı doğrudan müdahaleden kaynaklanan çürütücü bir rüzgara maruz kalmış olduğundan kesin olarak emindi. Ona göre, 30 Eylül- 1 Ekim 1965 gecesi olan, kasten CIA tarafından kışkırtılan ordu içi bir olaydı. Başkan, EKP'nin, Suharto ve kliğinin ona atfettiği suçu işlemediğine inanıyordu. Endonezyalı komünistlerin büyük bir kısmının yok edilmesini kim istiyordu? Vahşi Bill Donovan'ın çocukları komünistlere karşı her yerde bir haçlı seferi yönetiyordu. Suçlu olan Suharto ve CIA'nın iddia ettiği gibi Moskova ve Pekin değil, dünyadaki süper Haydut Devlet olarak bir kez daha Washington'du. | |
[pagina 50]
| |
Sihanuk kitabında Suharto darbesine göndermede bulunarak şöyle yazıyordu: ‘Sukarno'ya karşı bir iftira kampanyası düzenlemiş olan Endonezya'nın psikolojik savaş uzmanlarının yardımıyla, Lon Nol ve Sirik Matak monarşiye karşı bir kampanya örgütledi’Ga naar eind(32). 1965'de Jakarta'da olduğu gibi, 1970'de Pnom Penh'de de her yerde monarşiyi daima işbirlikçi olmakla suçlayan sloganlar ortaya çıktı. Lon Nol ve Suharto -gerçek işbirlikçiler- konuşma metinlerini nereden almıştı? Elbette Marksizm-Leninizm'e karşı tuhaf haçlı seferlerinde bu kadar açık yalanları uyduran Washington'daki suçlulardan. Aslında CIA Jakarta'da da benzer bir senaryoyu sahneye koydu. 1966'da, ben oradayken, Suharto ve ordu, Sukarno karşıtı duyguları sözde eylem cepheleri eliyle kışkırtıyordu. Bunlar; Endonezya İşçi Eylem Cephesi, Endonezya Öğretmen Eylem Cephesi, Endonezya Öğrenci Eylem Cephesi, Endonezya Lise Öğrencileri ve Gençler Eylem Cephesi, Endonezya Bilim İnsanları Eylem Cephesi, Endonezya Kadın Eylem Cephesi gibi adlar taşıyordu. Öğrenci Eylem Cephesi üyelerini görmeye gittim ve televizyon için görüntülerini aldım. Liderleri Cosmas Batubara ile röportaj yaptım. Çabuk sinirlenen, boş kafalı bir budalaydı. Ordudaki hainler tarafından nasıl kullanıldığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Endonezyalılar ABD hükümetinin tepesindeki haydutların elinin kiri gibiydi. Cosmas, Sukarno'ya karşı örgütlediği şiddet içeren gösterilerinden dolayı Suharto tarafından cömertçe ödüllendirildi ve hırsızlıkla ceplerini dolduran gammazlardan oluşan kabineye bakan olarak atandı. Ordunun kamyonları Sukarno karşıtı göstericileri, yasal hükümete sorun yaratılması planlanan her yere taşıyıp durdu. Sukarno karşıtı taciz eylemlerini finanse etmek için gereken paraların nereden geldiğini herkes tahmin ediyordu. Başkan Sukarno bana bu faaliyetlerden sözetti. Edinmiş olduğu bilgilere göre, sözgelimi kamuflaj ceketleri ABD'nin giysi depolarından gelmişti ve parası, savaş peşinde oldukları her yerde ABD | |
[pagina 51]
| |
ve İngiliz servislerini desteklemeye hazır olan Avustralya istihbaratı tarafından ödenmişti. O, doğrudan doğruya Jakarta'daki CIA müdahalesinden sözediyordu, Sihanuk'un 1973'deki kitabında olduğu gibi. 1967'den sonra Sukarno Suharto'nun tutuklusu haline geldi ve bir daha asla -daha önce yazdıklarına eklemek üzereanılarını yazacak konumda olmadı. O da, anıları için ‘CIA ile Savaşım’ başlığını seçerdi herhalde. Sukarno da, Sihanuk'un kitabına aldığı bir pasajı yazmiş olabilirdi. Sihanuk o sırada Pekin'de yaşıyor ve sık sık Mao Zedung ile sohbet ediyordu. Böyle bir sohbet sırasında Mao düşüncesini belirtti: ‘Prens Sihanuk, seninle konuşmaktan hoşlanıyorum. Açık yürekli konuşuyorsun ve düşüncelerini cesaretle ifade ediyorsun (...) Bir komünist olmayı hak ediyorsun.’ Prens yanıtladı: ‘Sayın Başkan, doğrusu bunu beceremem.’ Mao güldü ve şöyle dedi: ‘Sen zeki birisin. Sıkı çalışıyorsun. Okuyup öğrenmeye başlayabilirsin.’ Sihanuk yanıtladı: ‘Marx, Lenin ve diğerlerinin çalışmalarının üstesinden gelebilmek için fazla tembelim’Ga naar eind(33) . Sukarno, komünist filozofların çalışmalarına gözatmak için fazla tembel olmamıştı. Hollanda sömürgeciliği günlerinde onbir buçuk yıllık hapsi sırasında zamanını iyi kullanmış ve yüzlerce kitap okumuştu. Her türlü diktatörlüğe neden karşı olduğunu iyice biliyordu. New York'da, ikinci CIA darbesinin yapıldığı yıl yayınlanan otobiyografisinde alaycı biçimde, şu Sukarno, ‘Tanrı aşığı adam kodaman komünist diye damgalanıyor’ diyordu. ABD medyasında onun hakkında yazılan zirvalıklardan ve Kongre'de ona yağdırılan hakaretlerden haberdardı. Komünist ülkelerdeki denetim altındaki basının yaptığı gibi yalan söylemeye zorlanmak ile Batı medyasının yaptığı gibi yalan söylemenin tümüyle serbest olması arasında bir fark olup olmadığını soruyordu. ‘Her ikisi de eşit ölçüde zararlıdır’ diye ekliyordu Ga naar eind(35). Sırası gelmişken belirteyim, Sukarno anılarında Beyaz Saray'a 1956'da yaptığı resmi ziyareti anlatıyordu.Ga naar eind(34) | |
[pagina 52]
| |
Eisenhower onun uçağını karşılamadı, Kennedy'nin 1961'de yaptığı gibi. Eisenhower Sukarno'yu Beyaz Saray'a girişinde karşılamaya çıkmadığı gibi Endonezyalı konuğunu bekleme salonunda tam bir saat bekletti. Sukarno sonunda Protokol Şefine sert bir ses tonuyla ne olduğunu sordu. Ancak o zaman aceleyle Oval Ofis'e alındı. Eisenhower'ın bu kaba davranışı kuşkusuz, tümüyle affedilmez nitelikteydi. Belki de iki psikopatik karakter tarafından -o sırada ABD Başkanının en üst düzeydeki iki danışmanı olan John Foster Duller (Dış İşleri) ve Allen Dulles (CIA)-, Sukarno'nun aptal durumuna düşürülmesini tavsiye etmişti. Ne yazık ki, çok övülen Batı'nın devlet işlerini yönetmeye ilişkin demokratik sistemi, insanları kesin olarak uygun olmadıkları işlere yerleştirmeyi neredeyse garantiliyor. Bu bana, California seçimlerini kaybettikten sonra Richard Nixon'un başvurduğu psikiyatrist Dr. Arnold Hutschnecker ile uzun süreli dostluğunu hatırlattı. Hutschnecker, şu anda 102 yaşında, yetmişli yıllardan beri ‘Yüksek Hükümet Katlarında Psikiyatri’Ga naar eind(36) için mücadele ediyor. ‘Bizlerin, ülkemizi seven, yasalarına saygı gösteren, özgürlügü aziz bilen, sorumlu, bağımsız erkek ve kadınların, (...) en iyi ve en zeki liderlerin aynı zamanda zihinsel ve ahlâki olarak da en sağlıklı ve en sağlam olmasını güvence altına almak için, tümüyle politik olanlardan başka olasılıkları da araştırma, psikodinamik ilkelere başvurma zamanı geldi’ diye yazıyordu. Hutschnecker, geleceğin liderlerinin, Beyaz Saray için adaylıklarını açıklamadan önce -iş dünyasında üst düzeydeki işlere başvurularda yapıldığı gibi- kafalarını muayene ettirmeleri gerektiğini ısrarla savunuyordu. Bu makul öneri ilk kez kağıda geçirildiğinden bu yana çeyrek yüzyıl geçti ama hiçbir şey değişmedi. 2000 yılındaki Texas ve Florida'yı hatırlayın. Kamboçya'nın ölüm tarlaları, dünya için Nixon ve Kissinger gibi ABD'li haydutlar çıldırırsa ne olacağına ilişkin bir sembol haline geldi. Nixon ve Kissinger'in | |
[pagina 53]
| |
1970'deki işgalini izleyen milyonlarca insanın toplu kıyımı Moskova ya da Pekin'in saldırganlığının sonucu değildi. Ama dünyada özgürlük ve demokrasiyi korumak için bir kez daha, bu kez Güneydoğu Asya'da, yakıp yıkmaya devam etmiş olan CIA, Pentagon ve nevrotik Gizli Ekip'in damgasını taşıyordu. Yalnızca çeyrek yüzyıl sonra yaşlı bir Sihanuk nihayet doğduğu ülkesine dönüyordu, 1970'de yerine Quisling türü kukla Lon Nol'u getiren Amerikalı kurtarıcılara yakışan dumanı üstünde yıkıntılar arasında onu bulmak umuduyla. İhtiyar Henry, en son şaheseri ‘Amerika'nın Diş Politikaya İhtiyacı Var mı?’ gibi kitaplar yayınlamaya devam ediyor. Nick Cohen bu kitabı London Observer'da ele aldı ve ‘zavallı adam kendi suçunu bütünüyle unutmuş, tiranlara sövüp saymaya devam ediyor,’ değerlendirmesini yaptı. Kissinger, Paris'teyken, Şili'de Pinochet rejimi sırasında kaybolan Fransız yurttaşlarıyla ilgili olarak sorgulamak isteyen bir Fransız yargıçtan çağrı aldı. Kağıtları almayı reddetti ve aceleyle Fransa'dan ayrıldı. Şili'de bir yargıç, Amerikalı bir gazeteci olan Charles Horman'ın öldürülmesi hakkında onu sorgulamak istedi. Cohen ekliyordu, mahkemelerin meşruluğunu tanımayı reddeden bir terörist gibi, Kissinger kitabında, suçlama tutanağı ve kendi hakları beyan edilmeksizin yürütülen bir kovuşturmanın geçerliliğini reddediyor. Ve Cohen bitiriyor: ‘Kissinger, binlerce kişiyi öldürmüş olabilecek politikacılara, bir ya da iki kişiyi öldürmüş sıradan suçlular gibi davranılmasından yakınıyor. Bir psikopatı bile irkiltecek ölçüde kanla örtülü olduğu iddiasını ne kabul ediyor, ne de çürütmek için gayret gösteriyor. |
|