| |
| |
| |
Baro Cengiz
Yüzsüz
Kısacası yiyecek ve içecek vaziyetlerini, patronum Hacının talimatları doğrultusunda, müşterinin hizmetine sunmak için gereken ne varsa harfiyende olmasa yaptım. İki yüz santigrata gelmesi gereken fırına, tazesi ile bayatı paçal yapabilmek için, çiğ börekleri atmadan evvel, zeka düzeyi, doğuştan sınırlı bir açık gözlülük sayesinde, hesap işine biraz yatkın olmaktan öteye geçmemiş, gül suyu kokan İranlı devrim muhafızı Pastarlar gibi giyinmiş sevgili patronum...
- Bismillahirahmanarihim, selamun aleyküm, diyerek her zamanki yaptışı gibi küçük bir ticaret duası yaptıktan sonra bereketli olsun diye sağ adımını ilk önce atarak dükkandan içeri girdi.
- Aleyküm selam abi.
Gerek olmadığı için hiç bir şekilde halimi hatırımı sormadan, ticaret benim halimden hatırımdan, sağlığımdan çok daha önemli olduğu için konusuna direk aborda yaptı.
- Dükkanın neye ihtiyacı varsa, kağıdı kalemi al hemen yaz. Ne eksikse namazdan sonra getiririm. Allah kabul ederse önce camiye gidip namaz kılacam ve niyazdan sonra camii yönetiminin verdiği siparişleri yapmak için atölyeye doğru zuhur edecem haberin olsun. Bir de sakın unutma, eğer dükkana, kaçak işçi çalıştıyor muyum diye kontrol etmeye gelen ruhsuz, kafir inspektörler olursa kesinlikle burada çalışmıyorsun. Sadece cami'de ibadette olduğum için bana hayrına yardım ediyorsun. Bak medine fukarası gibi çok fakir ve yardıma muhtaç olduğun için seni burda Allah rızası için çalıştırıyorum, Allah mahafaza yakalanırsan, senin yüzünden çok büyük para cezası yerim. Biz parayı sokakta bulmuyoruz. Ben bedavadan Allahın gavuruna giden tek bir senti bile helal etmem. Unutma tamammı ı kulağım müzikal bir kulağa sahip olduğu için dübürüyle uzunca legato yaparak, sürekli yediği kurufasülye yüzünden çarttttttt diye osurduğunu duymuştum... eee normal olarak göt dediğin devamlı ötmeli...
| |
| |
- Tamam usta. Sen hiç merak etme. Huzur içerisinde abdestini al, namazınıda kıl.
Pastahanenin, sadece esnaflıktan anlayan sahibi gün ışıldamadan camiye doğru, ibadet ve ticaret yapmak için giderken hava sisler arasında aydınlanmak üzereydi. Pastanemiz Amsterdam'ın meşhur ve hareketli semtlerinden biri olan Kinger sokaktaydı. Çok neşeli, hoş, estetiğine düşkün zilli ve hafiften kaltak bir semtti. Her zamanki gibi ilk müşterilerimiz hemen karşımızda olan, katil suratlı sevimli tiplerin takıldığı Adanalı hak yemez Hakkı'nın kumarhanesiydi. Sabaha kadar ya yeşil yeşil binlik Guldenine, ya da eroin torbasına stres içerisinde kumar oynamış belleri silahlı, içtikleri kaliteli viskiden kafaları matiz olmuş sempatik gangesterler, başka türlü yenmesi mümkün olmadığı için, sıcak sıcak dumanı yeni tüten böreşe bayılıyorlardı. Ne de olsa gün aydınlanana kadar durmadan burunlarına enfiye gibi çektikleri, büyük fedakarlıklarla, devleti devirmek için savaşan kolombiyalı Devrimci gerillaların, hükümetleriyle daha rahat savaşabilsin diye dağlarda zavallı köylülere bir topan ekmek karşılığında zorla işlettiği ve daha hesaplı olduğu için Avrupalı ve Amerikalı insan hakları savunucusu büyük uyuşturucu tüccarlarıyla silah, bomba, havan, roketatar, uranyum karşılığında, takas yaptıkları kaliteli Kolombiya kokaini, onları
iştahsız yapsada, kazananların ve kaybedenlerin toplu olarak, koro halinde zikir eder gibi yaptıkları sabah kahvaltısı, iştahsız olanları bile imrendirerek iştahını açıyordu. Diğer devamlı müşterimiz ise kumarhanenin hemen yanı başında olan, Lorer ile Hardiye tıpa tıp benzeyen Hollanda çingenesi baba ve oğulun birlikte işlettiği Eskici dükkanıydı. Haftalık olarak ucuza kahve içerler ve her hafta sonu hesap zamanı mutlaka ödemede bir arıza yaparlardı. Sıra ile mahallemizde Türklerin islettigi bir ocakbası ve sauna, hemen yanında Kürtlerin is bitirdigi bir kahvehane vardı. Bu helalinden para kazanan namuslu esnaflar Pastahanemizin daimi müşterileriydi.
Dükkanın sahibi hacı ekonomik olsun diye dükkana başka işçi almadığı için, haftanın yedi günü, günde ortalama enaz on dört saat, en çok ta onaltı saat mesai yapıyordum. Bunun karşılığında sadece karnımı doyurduğum için Hacı olan patronumun cebinde anakonda yılanı yuva yaptığından, bana hala bir ödeme yapmamasından, ne kadar ücret aldığım konusunda hiç bir bilgim ve malumatım yoktu. Can çıkar huy çıkmazmış Ama ben umudumu asla kaybetmemiştim. Çünkü patronum çok dindar bir insandı. Gencecik yaşına ve hafiften köse olmasına rağmen karınca kararınca çıktığı kadar yarım yamalak sakal bırakıp Hacca gitmiş, şeytan taşlamış, kendini dünyanın tüm kötülüklerinden arındırmıştı. Hatta kendisine taş
| |
| |
atılmasına çok kızan, geyik gibi boynuzlu çirkin suratlı memenetsiz şeytan, atılan taşları topladığı gibi, bir anda kendisine savaş açan binlerce ak sakallı adamların üzerine geri atmasına rağmen... Benim ballı patronum, o sıkışılıkta çıkan, izdiham ve panikten dolayı yüzlerce mümin, kutsal topraklarda hayatını kaybettiği halde, dilencilere zırnık koklatmamasına rağmen, verilmiş çokça sadakası olduğu için, Allah'ta çoluğunun çocuğunun yüzü suyu hürmetine ona acıyıp, kıyak yapmıştı. Yani oradan direk cennete gitmeden, ölümden, kıl payı farkla yırtmayı başarmıştı. Dünyada ki tüm şerefsizliklerden, hainliklerinden, üstüne de ayak bastı parasıda içinde olmak kaydıyla, Bedevilere tomar tomar para ödeyerek, kendini bu sayede her şeyden özleştirerek, örselenmiş ruhunu rafine etmişti. Hacı olmadan evvel her halde çok günahı vardı ki, aradaki açık farkı kapatmak için, günde beş vakit namaza üçte kaza ekleyerek, cenneti sağlama bağlamak umuduyla ekstra sekiz Rekat namaz kılıyordu. Dükkanına, öküz gibi çalısan bir beslemesi olduğu için ara sıra bir zahmet, pür dikkat uğruyordu. Akşamın karanlığında hesapları aldıktan sonra, büyük bir
incelikle, tükürüğünü dilinden ödünç alıp, hayatta bir kere bile olsun yıpranmamış, bakire kızların ki gibi incecik kalem gibi narin parmaklarının ucuyla, paraları teker teker defalarca özenle sayarak, her zaman söylediği kelimeleri, Laz sahibini ile alay eden Karadenizli kekeme papağan gibi tekrarlıyordu.
- Allah bereket versin. İsler gün geçtikçe kötüye gidiyor! Yaradan büyüktür, her zaman şükredeceksin. Her zaman sevap işleyeceksin. Bak senin gibi üzerinde donundan başka hiç bir şeyi olmayan, fakir fukara, gariban, ne üdüğü belirsiz bir adama! sırf zekat olsun diye iş verdim. Boşta aylak aylak gezen esrarkeş hippi'nin birisiyken, sayemde iş sahibi oldun. Karnın açtı, aç karnını doyurdum. Sana yüce Mevla katında iyilik olsun diye iş verip sevap yaptım. Burada yiyorsun, içiyosun, ataletlik hariç, her şey serbest. Gün doğmadan neler doğar. Rabbına her zaman iman ve şükür edeceksin. Hiçbir şeyi olmayan züğürtleri, kopukları, hırboları düşüneceksin. Afrikada insanlar bir kuru ekmeğe muhtaç. Ya orada doğsaydın, karnı devamlı guruldayan kapkara zenci olurdun! Hollanda da kaçak işçi olmana rağmen hiç bir şeyden mahrum değilsin. Ya sana iş vermeseydim, açlıktan Viktor Hugo'nun şefillerini oynardın. Senin nur yüzlü suratına baktım, anladım ki helal süt emmiş müslüman bir aileden geliyorsun. Kızdığım ufak tefek şeylerinde var tabii ki. Mesela iyi bir mümin gibi namaz kılmıyorsun, camiye gitmiyorsun, oruç tutmuyorsun, zekat vermiyorsun. Gelgelelim, benim gibi bir gün mutlaka imana geleceğini biliyorum. Çünkü evvelden ben de maalesef senin gibi itikatsızdım. Fakat o büyük
gün ilahi bir ışık gördüm, korkudan
| |
| |
hemen titredim ve kendime döndüm. Allah sevgili fani kullarının yaptığı bütün hataları bir gün mutlaka affeder. Çok suçlu olmama rağmen merhametinden affetti ve yürü ya kulum dedi! Yeter ki sen ona inan. Allah Gavvur rahimdir ve her zaman da mazlumdan yanadır sakın unutma. Ben camiye gidiyorum. Namazdan sonrada caminin yönetim kurulu üyesi olduğum için, ticari konuda konuşulacak bazı konular var, onları da hallettikten sonra, Allah Kerim. Hadi, Fi emanettullah!
Sıcacık böreklerin üstü hafif yanıkla kızarır kızarmaz tezgaha koydum. Misler gibi kokan börekleri tezgaha itinasızca sıralarken dükkanın önünde, araba mezarlığına Sela'sı verilmeden bir an evvel uğurlanması gereken, her tarafı dağılmış bir minibüs durdu. Selam vererek içeri girdi veli nimetimiz müşteriler. Her ikisininde elleri Parkinson hastaları gibi titriyor ve ağızlarında iki tek olmasına rağmen dişleride tıkır tıkır tıkırdıyordu. Gelenlerden bir tanesinin ismi Deli Cabbardı. Yıllar önce bir kumarhanede harbiye fatiha barbut atarken, Mafyanın önemli isimlerinden Arnavut Recebin, amca oğullarından birinin kafasına kurşun sıkmıştı. Bu icraatı yaptığında gencecik bir gangester aday adayı idi. İsim yapmak, parayı bulmak ve delikanlı olduğunu ispat edip, mafya aleminde hak ettiği yerde olmak istiyordu. Çünkü önemli bir mafya elemanını, tahtalı köye gönderdiğin zaman, düşmanın tavan yapıp bollaşmasına rağmen, yeraltı dünyasında anlaşılmaz bir şekilde büyük bir ismin oluyordu. Deli Cabbar Başkalarınında tahriklerine kapılarak hiç düsünmeden, kumar oynayan adamın kafasına arkadan ateş ederek iş'i delikanlılık raconuna uyan bir yöntemle bitirmişti. Altı yıl cezaevinde kuzu kuzu yattıktan sonra
şartlı bir şekilde tahliye olmuştu. Fakat sırtında küfe gibi taşıdığı işin ağırlığı onu, ölüm korkusunun sıçaki'liğinden dehşetengiz Canki yapmıştı. Arkadaşı çelik'le birlikte olan titremeleri kesinlikle soğuktan değil, biraz tırsakilikten, biraz da Eroin krizindendi. Tüm içinde bulunduğu, taraklara gelmiş durumun zorluğuna rağmen çok kibar bir şekilde sıcak böreklerini, elleri titreyerek, sanki mayhoş limonu istemeden yermiş gibi suratını buruşturarak sipariş etti. İçeceklerini de alarak masaya oturdular. Her ikiside nedense lüzumundan fazla heyecanlıydı. Çünkü, yakın bir zamanda çok önemli bir randevuları vardı. Cabbar öldürdüğü adamın akrabalarıyla sulh yapmak için aksuataya girecekti.
Daha sonra dükkanımıza sevimli yüzüyle Amsterdam'ın en güler yüzlü sempatik torbacılarından Japon Veli geldi. Her zaman yaptığı gibi hal hatır sorarak sıcak böreklerini aldı. Rutin olarak yaptıgı gibi yüzlerce tam binlik guldenin arasından, özenle sıyırtma yaparak çektigi bir yüzlükle, medine fukarası gibi garibin birine hafiften ha- | |
| |
va atarak, normal bir fiyatın üzerinde ödeme yaparak beni birazcık sevindirdi. Daha sonra Mahallemizin, görüntüdeki en ağır delikanlılarından Niğdeli Mahmut tüm mahdumlarıyla sürüler halinde dükkana uğradılar. Mahmut politik mülteciydi. Türkiye'de siyasi suçtan arandığı için traş olmaya gidiyorum bahanesiyle diğer yoldaşlarını yüz üstü bırakarak arazi olmuştu. ilk önce Yunanistan, ardından Fransa sonra da Amsterdam'a gelmişti. Yunanistan mültecilere zırnık koklatmadığı için Fransa ve Hollanda da siyasi sığınma talebinde bulunmuştu. Her iki yerden de ecnebi fak fuk fon'u alıyordu. Yanında en sadık adamı kardeşi ve yeğenleri vardı. Hiç kimseyle doğru dürüst muhatap olmazlar, kimseyede ser ve sır vermezlerdi. Pastahanede Yerler içerler, aylık olarak hesaplarını aksatmadan zamanında öderlerdi. Zaten onlara göt korkusundan, ne zaman ödeme yapacaksınız diye soracak cesaretli bir mercide yoktu. Sıra ile pastahanemize
Meşhur Kadırgalı Murat uğramıştı. İlk önceleri Amsterdam'ın hafif meşrep Türk gazinolarında boylu postlu, çam yarması gibi adam olduğu için kapıcılık yapmıştı. Oradan tanıdığı uyuşturucu işine canı gönülden aşık büyük bir patron sayesinde Amsterdam' a büyük miktarlarda mallar indirmeye başlamıştı. O seviyeye gelene kadar ikikere cezaevinde yatıp uzun süre dinlenmişti. Bulgaristanda ve Almanyada toplam dokuz sene ceza bitirmişti. Bir tane Dünya yakışıklısı aslan gibi oğlu vardı. Güzel mi çirkin olduğu pek belli olmayan Şopar karısıyla birlikte dümen gereği, mantardan Mutluluğun resmini çizercesine, ortalıkta fotojenik olmayan pozlar veriyorlardı.
Tam karşımızdaki okumanın yazmanın dışında her türlü gayri meşru iş'le hasırnesir olan, kırahathane'nin sahibi Kürt Besşr'de dükkanımızın daimi müşterilerinden biriydi. Yeraltıdünyasında büyük bir isim yapmıştı. Amsterdam'ın Ret kit gibi en hızlı silah çeken kovboylarından biriydi. Pastahaneye gelip bir şeyler zıkkımlandığı zaman, hasımlarının bolluğundan belindeki silahı bir kaç sefer kontrol etmeden yapamazdı. Yanında onunla birlikte çalışan, Dalton kardeşlere benzeyen adamları da, o bir şeyler yediğinde yanında el pençe divan aşker gibi, hazırol da nizami olarak beklerlerdi. Yani silah hastası, attığını vuran patronlarına karşı çok saygılıydılar. O pastahanede atıştırırken, adamlarının bir kısmı kedi gibi yalana yalana, aç karınları guruldaya guruldaya, kış kıyamette dışarıda asker gibi nöbet tutarlardı. Pastaneye gelenler arasında Türkiyenin popüler mankenleriyle, uyuşturucu sattıkları halde iş adamıymış gibi beş yıldızlı hotellerde, ünlü şahitlerin okey'i ile evlenen gangesterlerde vardı.
Anlayacağınız bizim Alsancak pastahanesi şenlik yuvasıydı. Çok
| |
| |
ayak üstü bir yer olduğu için, gelen geçen uğruyor, halimi hatırımı soruyor sonra da uzuyordu. Pastahaneye takılanlar arasında patronun, Kubilayı Menemende kesenlerin torunlarına benzeyen dindar arkadaşları da vardı tabii ki. Zorla uğradığı dükkanında din üzerine çok verimli tartışmalar yapılırdı. Hele hele en çok Atatürkün laiklik ilkesi hakkında konuşulurdu.
| |
Niğdeli mahmut
Bir akşam pastahaneyi kapatmak üzereyken içeriye, tahsilat işlerine bakan ve Türkiyenin aleyhine çalışan bir örgüt'ün ismini kullanarak imtiyaz sahibi olmuş, yağlı müşterilerimizden Niğdeli Mahmut girdi.
- Nasılsın yeğenimı
- Sağol abi. İyi diyelim, iyi olalım.
- Doğru aslanım aynen öyle.
O aralar Mahmut Amsterdam'ın en popiler, gözükara ve en sağlam racon kesen tahsilatçılarından birisiydi. Günlerden Bir gün çok büyük bir problemin çözülmesi görevini, yüzde elli hissesini kendisi almak şartı ile aldı. Van'lı büyük bir torbacıyla, Bar sahibi Mehmet'in aralarında, alacak verecek meselesi yüzünden, büyük bir iki bilinmeyenli denklem vardı. Matemetikten, cebir'den çok iyi anladığı için, problemi sadeleştirip kolayca çözme görevini Mahmut almıştı. Bar sahibinin borcu bir buçuk milyon Gulden'cik kadardı. Satmak için aldığı yüklü miktardaki eroin'in katkılı olduğunu bahane ediyordu. Bu ayakla Van'lıyı parmağında oynatarak, türlü türlü bahanelerle oyalıyor ve açıkça paranın üzerine yatmaya çalışıyordu. Mezleke müziği eşliğinde dansözlük yapan barcı Mehmete, hafiften asabi bir piskopat olan Mahmut, son uyarılarını yapmış ve parayı ödemediği taktirde eşek cennetine boyluyacağını gayet anlaşılır bir lisanla belirtmişti.
- Evlat ne zaman kapatıyorsun dükkanı?
- Abi zaten tam gitmek üzereyken sen geldin. Senin hatırına bekliyorum. Eğer daha oturmak istiyorsan senin için beklerim, hiç önemli değil.
- Orası önemli değil koçum. Al şu bin Guldeni, Git o Antalyalı olacak boydan fukara Metin'den, On gramda kokain al gel. Yanlız benim gönderdiğimi söylemeyi unutma, yoksa mantardan malı verir şerefsiz. Götü yere yakınlardan her zaman uyuz olucan. Ben seni benim mekanda bekliyorum. Hadi fırla harmanlıktan içime fenalık geldi.
- Tamam abi, anında uzuyorum.
| |
| |
Dükkanı kapattıktan sonra, pastahanenin az ilerisinde olan. Yahudilerin icat ettiği Şıvarma dükkanına gittim. Ara sıra pastahanemizde börek yiyen ve daimi müşterimiz olmayan Antalyalı polise yakalanmamak için sanki normal bir iş görüntüsü verdiği, talamandan paravan bir Şıvarma dükkanı açmıştı. Zat-ı muhteremde büyük içici olduğundan, kendi içeceğinin parasını çıkartmak ve üstüne de çok para kazanmak istediğinden, mekanında gelene geçene zibil gibi kokain patlatıyordu. Endonezya'lı bir kadınla evliydi ve yaşları küçük üç erkek çocukları vardı. Antalyalının karısı dinine kitabına inanan ve gerçekten çok iyi bir kadın olduğu için kocasının yaptıklarını normal olarak bir türlü içine sindiremiyordu. Defalarca yaşlı gözleriyle uyardığı halde kocasına laf geçirememişti. Normal müşteriye hizmet vermeyen mekana sadece alıcılar uğruyordu. Alıcıların dışında gelen insanlara Antalyalı çok kötü davranıyor ve onları kovalamasını iyi biliyordu. On gram kokain tavayı alıp Ocak başı restorana geldim. Derhal küçük bir torbanın içerisinde olan kokayı Niğdeli Mahmut'a verdim.
- Sağolasın koçum, teşekkürler.
- Bir şey değil abi.
- Bu gece Allah hayıra çıkarsın nedense içimde bir sıkıntı var. Sen iyi bir delikanlısın. Gel seninle beraber alem yapmaya gidelim. Kafamızı dağıtır, Neşemizi buluruz.
- Olur abi, neden olmasın. Gerçekten havuza yüzmeye giden fakir ilk okul çocukları gibi içim içime sığmıyordu. Çalışmaktan dünyala alakam kesildiği için hiç bir sosyal hareketle haşı neşir değildim. Aylardır işten eve, evden işe gitmekten başka bir halt yediğim yoktu.
Bir taksi çağırtırıp Leidse plein'e yollandık. Hollanda da ilk defa taksiye biniyordum. İkinci katta Konya'lılara ait pavyon benzer bir mekana dalızladık. Taksiye bindiğim gibi ilk defa bir içkili gazinoya giriyordum. Doğrusunu söylemek gerekirse bu konudaki kızlığım Niğdeli sayesinde bozulmuştu. İçerisi Türk gangesterleriyle kaynadığından yeteri kadar kalabalıktı. Gazino, göz alıcı kırmızı ışıkların baskısından loş bir haldeydi. Masalarda, yoluna çıkmış, uçkuruna sahip olamayan abazaları koparmakla meşkul, kara kaşlı, kara gözlü, fettanlıkta en kaşar kaltaklara bile açık ara fark atan, dünya güzeli Marokan kızlarıyla oturup fingirdeşen, mafioz kılıklı müşterilerin, hemen hemen hepsi takım elbiseliydi. Ve her hallerinden anlasılıyordu ki, kesinlikle silahlıydılar. Şık kostümüyle garson siparişlerimizi almak için geldi. Çok hürmetkar davranıyordu. Niğde'li bir yüzlük toka etti garsona, adam çaktırmadan arpayı, kaşla göz arası cebe doğru indire gandi yaptı. Mezelerimiz ve rakımız anında geldi. Masamız diğer tel maşa gangesterlere gösteriş olsun diye özel- | |
| |
likle donatılmıştı. Masada yok yoktu. Patlıcan salatası, tartar, çiğ köfte, acılı ezme, acılı peynir, lakerda, Amerikan
salatası, pastırma, pancar turşusu, fava, parmak büyüklüğünde karides, bıldırcın yumurtası, kalamata, mozerelle, limonlu helva, çerkez tavuğu, Arnavut çiğeri, Yunan fetası, Bulgar kaşarı, Ermeni ebisi, kısacası çocuk çük'ü hariç her şey vardı fakir soframızda! Uzun süredir böylesine leziz yiyecekleri yan yana görmemiştim. Bunun yanında da, kambersiz düğün olma ihtimali olmadığı için, özenle ısıtılmış bir tabak ve Çin işi püsküllü güzel bir bıçak. Gazinoda en dikkatimi çeken şey masaların hepsinde aşikare kokain çekilmesiydi! Demek ki bu mekanda her şey serbestti.
Çelimsiz garson ilk çizgileri tabağa itinala çizdi. Bir yudum rakılardan aldıktan sonra Niğde'li burun tava'yı her iki burun deliğinden içeri, tek hamlede gönderdi ve tabağı bana uzattı.
ilk defa burnuma kokain çekecektim. Fakat sanki kırk yıldır içen müptezeller gibi, çaktırmadan, Mahmut'un yaptığının aynısını yaptım. Nedense gangesterlere ve gangester'liğe karşı bir sempatim vardı. Ben de fakirlik canıma tak ettiği için, bir şekilde yolunu bulup zengin takılmak istiyordum. Sanki o gün kendimi mafya babası gibi hissetmiştim. Türkiye'nin en ücra kasabalarından birinden ucuza gelsin ayağına Hollanda'ya getirilen, paçoz kılıklı şarkıcı kadın, karga gibi sesiyle, masamızın tek eksik mezesi olan beyin amcıklamasını, okuduğu iğrenç şarkılarla tedarik etmişti. Saatlerce boktan arabesk müziğini, insanın kulaklarını tırmalayarak, çiyaklarmış gibi okuyan şarkıcı bozması çirkin kadını, istemeyerekte olsa dinledik. Rakı'nın dibine vurduk. Bol bol kokain çektik. Bir ara piyizden mütevellit azcık çişim geldiğinden tuvalete pişar atmaya gittim. Pişarı sallayıp rahatladıktan sonra, tam tuvaletten çıktım, masama doğru gidiyordum ki, hemen yanı başımda bir tip küt diye yere düştü. Garsonlar hiç telaş göstermeden hemen adamı yerden kaldırdılar. Ambulas bile çağırmaya gerek görmediler. Sanki sarhoş olupta olay çıkaran zibidiler gibi, üstü başı kan revan içerisindeki yaralı adamı, zorla
yürüterek dışarı çıkardılar. Meğersem mahtum'u, tuvalet sırası yüzünden çıkan münakaşa sonucu, susturucu tabancayla oracıkta delivermişler. Her türlü badireye sapına kadar alışkın olan cemaat, paniğe bile kapılmaya gerek görmedi. Gayet normal bir şey olduğu için, ne oldu diye meraklanan bile yoktu. Hatta vuran adamın şerefine eline saşlık dercesine kadeh kaldırılmıştı. Guzüde mekanda, ahali hiç bir şey olmamış gibi neşelenmeye son sürat devam ediyordu. Demek mekan da adam vurmak, öldürmekde olağan bir şeydi. Çılgın gecenin finaline doğru garsonlar, işyerinin hediyesi olan meyveyi masamıza ikram ettiler. Her tarafı çıra gibi yanan meyve
| |
| |
büfesi üç katlıydı. Canımda gerçekten çok meyve yemek istiyordu. Geri zekalı garsonlar işi gereğinden fazla abarttıklarından, ortadaki tek sorun tonlarca meyveyi yemek için önce itfaiyeyi çağırmak gerekiyordu. Sabaha kadar yaklaşık olarak beş altı grama yakın kokaini yalayıp yuttuk. Kafam anlayamadığım ve çözemediğim bir sarhoşluktaydı. Başım çatlayacak derecede müthiş bir şekilde ağrıyordu. Vücudumun ayağımdan kafama kadar her yeri uyuşmuştu. Kaderime küfrederken de yerleri yamuk yumuk görüyordum. Sabah aydınlanırken gazinodan kafamız bir dünya sarhoş ve şakulümüz bozuk bir şekilde kendimiz dışarı attık. Temiz havayı çiğerlerimize çeke çeke taksi durağına gittik. Sürücüsü bayağı labunya olan bir taksiye bindik. İstikametlerimiz ayrıda olsa taksi önce Niğde'linin evine doğru seyretti. Mahmut, evinin yakınlarında bir yerde Taksiyi anlaşılması mümkün olmayan yarım yamalak lisanıyla durdurdu ve şöföre taksi parasını ödemek için mor gagalı iki yüz elli Gulden uzattı. Taksici bozuğunun olmadığını götünü başını zenneler gibi oynatarak, küfreder gibi söyledi. Matizlikten kafasını sallaya sallaya bana dönerek parayı uzattı.
- Taksi parasını öde, geriside sana harçlık olsun.
Teşekkür ederek parayı aldım. Yaşamımda ilk defa avantadan para sahibi oluyordum! Gerisin geri fırsatım olmadığı için uyumadan pastahaneye çalısmaya gittim. Sabaha kadar içki ve kokain içmekten helak olmuştum ve yorgun halimle en az ondör saat çalışmak zorundaydım. Gün'e daha kafadan bok gibi başlamıştım. Dükkanın kapısını bir tomar küfürle açtıktan sonra inadına sol ayağımla içeri girdim.
O sabah Niğde'li taksiden indikten sonra evine gitmemişti. Başka bir taksiye binerek dosdoğru Jan Everts sokaktaki alacaklısının bar'ına gitti. Problemli olduğu sahsiyet, o esnada mekanın arkasındaki yazahanesinde kokain çekip, kumar oynuyordu. Yazahane'den içeri girer girmez hasmı'nın yakasından yakaladığı gibi adamı yere çarptı. Mahallemizin sakinlerinde Kürt Beşir, bar sahibi ile ortak iş yaptığından o da oradaydı. Mahmut'u sakinleştirmek için araya girmişti ama onu da aldırmayarak itti. Mehmet bey korkusundan parayı, her zamanki gibi ödeyeceğini söyledi. Fakat Mahmut kokainin ve içkinin etkisinden dövdüğü adamın söylediklerine aldırmıyordu. Adam'ın küfürlerle karışık ağzını burnunu kırmış ve hıncını tam olarak alamadığı için pataklamaya son sürat devam ediyordu. Suratında neredeyse beş tane sigara söndürdü. Eline beşlik Simhit Vensonu'nu aldı. Silahla kafasına vurmaya başladı. Darbelerden adamcağızın kafası amcık gibi delinmişti. Fukaranın her tarafından kanlar fışkırıyordu. Pantolonun fermuarını açtı ve adamın suratına
| |
| |
doğru işemeye başladı. İste o esnada, bir anda yerden kanlar içerisinde kalkmayı becerebilen Bar sahibi Mehmet önden, arkadan da Amsterdam'ın en hızlı silah çeken adamı Kürt Beşir çapraz ateşle, Niğde'li Mahmut'u kurşun manyağı yaparak eleğe çevirdiler. Hemen oracıkta kafası kıyak bir şekilde zıbardı Mahmut. Dayağı yiyen küçük boylu Mehmet, Mahmut'un ölüsünü bile yerde tekmeleyip, üzerine şarıl şarıl işemişti. Suratına işerkende ismini yazmıştı.
Pastahaneye cinayetin işlendiği haberi hemen geldi. Kardeşi, imam nikahlı eşi ve yoluna koşturduğu havarileri, acı bir telaş içindeydiler. Fakat göze çarpan bir şey vardı ki, hiç kimse vurularak ölen adamla ilgilenmiyordu. Ona her gün seni seviyorum, sensiz yaşayamam, her şeyimsin, her yolda beraberiz, içeriye düşersen ömür boyu bile olsa seni beklerim diyen Dostu'nun yaptığı ilk iş, ev de zulada duran paralara, altınlara ve elmaslara kalk gidelim yapıp ortadan kaybolmaktı. Hemen arkasından gözleri yaşlı ablası, Kendi evindegözü gübü sakladığı Mevta'nın tahsilattan, eroin satışından, kazandığı birikimlerini hüngür hüngür gözleri yaşlı bir şekilde çantasına paketleyip uçurmuştu. Cinayetten Bir kaç gün sonra Mehmet tahammüden adam öldürmeden yakalanıp hapse atıldı. Katil zanlısı, Mahmut'un kıl tüccarı erkek kardeşine, Üç kilo beyaz'ı kan parası olarak verdirttirdi. Eroni paraya çeviren kardeşi aralarındaki düşmanlığı sür direk raf'a kaldırdı. Bir daha da ortalıkta görünmeyip buhar oldu. Mahmut'u arkadan çivileyen Kürt Beşir'i, Barcı Mehmet korkudan okuyup ele vermedi. Amsterdam'ın bir dönemler, astığı astık kestiği kestik olarak haracını yiyen, Tahsilat ve uyuşturucu işlerinin bir numarası, Tümden
gelip tekrar tüm'e varamadan varolmamış gibi, hiç yoktan bir aptallık yüzünden tarihe karıştı. Kimsesizler mezarlığına, yanına hiç bir şey alamadan gömüldü. Yanında çok büyük mafya gibi kabadayı kabadayı gezenler, bir daha ortalıkta hiç görünmedi. Cinayeti işleyenlerde sütten çıkmış akkaşık olmadığı için, onlarında belki birileri kalemini kırmıştı. Kalemi kıran, görünmez ilahi bir güç olabilirdi.
|
|