| |
| |
| |
Stine Jensen
Tekne Sevdası
Türk kelebekleri ve okuyucu postasi
Limandaki restoranın sahibi, ‘Şu tekneleri görüyor musunı’ diye sordu. ‘Onların her biri Batılı bir kadının parasıyla alındı’. Yüzündeki ciddi eda, gülümsemeye dönüştü ve ekledi: ‘Batılı kadınlar olmasa ekonomimiz çökmüştü.’
Antalya ile Alanya arasındaki sahil kasabası Side'de bir taraçada oturuyorum. Bir zamanlar burası pitoresk bir köydü, şimdiyse turizmin gerçek yüzü, sanayi haline gelmiş halıcılar ve kuyumcular oldu. Side'nin, beton yığını otellerle doldurulmuş bir sahili var. Ellili yaşlarda, sevimli yüzlü restoran sahibi yanıma oturup; ‘Buraya gelen Alman, İngiliz ve Hollandalı kadınlar, kendilerine ilgi gösteren birine aşık oluyorlar, bu adam bir süre sonra kadına ‘Bana biraz para verirsen böyle bir tekne alırım. Onunla çalışıp bizim için, geleceğimiz için para kazanırım,’ diyor. Kadınlar da buna inanıyorlar.
Göz göre göre faka mı basıyorları ‘Bu kadar basit değil. Kendini adamın yerine koy. Hayatında bir şey başarmak istiyor. Aşık olduğu adama büyük yelkenli yat alan kadınlar bile var. Buna kendileri karar veriyor. Elbette karşılığında da bir şey alıyorlar. Bazen aşk gerçekten bu şişme botlardan ibaret olsa da arada gerçek aşkın yaşandığı da oluyor. Ben de bir zamanlar Hollandalı bir kadına aşık olmuş, onu gerçekten çok sevmiştim. Hâlâ her gün hatırlarım. Ama biz ayrı dünyaların insanlarıydık, anlaşmamız çok zordu.’
Aşk romantiktir, aşk ticarettir. Ve aşk sınır tanımaz.
2005 yılında Türk Kelebekleri isimli kitabım yayınlandı. Bu kitapta Türklerin ve Avrupalıların, yani iki farklı kültürden gelen insanların yaşadığı aşkları anlattım. Kitabın öyküsü 2002'ye dayanıyor. Ürgüp'e yaptığım bir gezi sırasında o dönemin sevilen televizyon dizisi Asmalı Konak'ta berber rolünü oynayan gence aşık olmuştum. İlk önce tatil aşkı olarak başlayan ilişki giderek bir aşk ilişkisine dönüştü. Bu ilişki benim Türk Kültürüne farklı bir pencereden bakmama neden olduysa da ülkeler arasındaki kültürel farklılıkların ciddi bir ilişki için engel teşkil edip etmediği sorgulanabilir kanısındayım.
| |
| |
Türk Kelebekleri'ni yazarken İstanbul'da ilişkilerinin farklı evrelerinde bulunan (aşık, nişanlı, boşanmış) çift kültürlü eşlerle konuşma imkanım oldu. Bu kişilerin çoğu yüksek öğrenimli, otuzlu yaşların başlarında kadınlar ve erkeklerdi. Daha sonra güney sahillerine giderek, bu tekne aşklarıyla ilgili olayları kendim görmek istedim. Bir Alman meslektaşım şakayla karışık ‘Bir otobüs dolusu orta yaşlı Alman kadının otellere yerleştirildiğini ve orada genç Türk animatörlerle gönül eğlendirdiklerini’ anlatmıştı. Bu bana göre bir tür ‘seks turizmiydi’ ve kendi gözlerimle görmek istiyordum. Ama bu hayalimi gerçekleştiremedim ve İstanbul metropolünde takılıp kaldım. Gittiğim dil kursunda beş Kuzey Avrupalı erkek tanıdım hepsi de kalbini Türk kızlarına kaptırmış, onlara sırıl sıklam aşık olmuştu. Onlarla aşkları ve ülkelerinden ayrılışlarının yürek parçalayıcı, etkileyici hikayeleri üzerine konuştuk.
Genç Türkler ve Avrupalılarla konuşmalar hiçbir zaman sadece aşkla sınırlı kalmıyordu. Belki de bu aşk ilişkileri mikro düzeyde Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasının bir testi niteliğinde. Sonuç olarak kendi içlerinde ve çevrelerinde, kültür, inanç, coğrafya, politika ve cinsiyet farklılıkları gibi konularda çelişkiler yaşanmaktaydı. Aşk ciddiyet kazandığındaysa, Türkiye ile bir Avrupa ülkesi arasında seçim yapma noktasına gelinebiliyordu. Bazen bir Türk, diğeri Avrupalı iki kişi arasında yaşanan bir aşk, Türk tarafının Avrupa Birliği'ne katılma müzakereleriyle doğrudan ilişkilendirilebiliyordu ve ‘Eger herkes onun gibiyse bence Türkiye AB'ye girmeli’ diyen Avrupalı bir gence, Türk kızın cevabı: ‘Yani, ben Kopenhag kriterlerine uygunum öyle miı Asıl sen, benim seni kabul ettiğime şükret,’ olabiliyordu.
Türk Kelebekleri'nin tanıtım toplantısı siyaset ve milliyetçiliğin, sınır ötesi aşklara ilişkin yaklaşımı nasıl etkilediğini görmek açısından ilginçti. Sabah gazetesinin benimle yaptıgı bir röportajda; Türk ve Hollandalı erkekler arasındaki fark nedirı diye soruldu. Ben de, muhtemelen bir dolu farkı sıralamanın mümkün olduğunu ama bunu yaparken karakter, eğitim düzeyi, inanç, cinsiyet ve yaştan kaynaklanabilecek farklılıklara dikkat etmeden her şeyi kültür farklılığına bağlayarak açıklamanın doğru olmayacağını söyledim. Her ilişkide sorunlar yaşanabilir, belki esas çelişki sorun yaşanmayan ilişkilerde. Ileen Montijn'in şu sözü her şeyi özetliyor: ‘Aslında her evlilik, farklı kültürlerin bir araya gelmesiyle kültürler arası sayılabilir.’ Sınır ötesi ilişkilerde taraflar, farklılıkların kişinin karakterine mi yoksa geldiği kültüre mi bağlı olduğunu bilemiyor. Türk - Avrupalı çiftlerin bir çoğu bana ilişki başlarken her türlü farklılığı (randevuya geç gelmek, aileye aşırı düşkünlük, kıskançlık ya da aşırı bağ- | |
| |
ımlılık) kültürel farklılığa ya da
iletişim bozukluğuna bağladıklarını ve bunların ya zamanla değişeceğini (dil sorunu halledilince) düşündüklerini ya da değişmesinin (kültürel olarak) olanaksız olduğunu anlayıp, öylece kabul ettiklerini anlattılar. İlişkinin süresi uzadıkça karşındakinin karakter özelliklerine ilgin artıyor.
Konuştuğum kadınların büyük çoğunluğu Türk erkeklerinin, kadınlarla İstanbul'da bir restoranda bile hesabı son kuruşuna kadar paylaşan Hollandalı erkeklere oranla çok daha saygılı davrandığı konusunda hemfikirdi. Buna karşılık, sahiplenmek, kıskançlık, özellikle anne ile oğul arasındaki güçlü bağ (bir yastıkta iki kültür, arada uyur dünür), paranın (Hollandalıların yaptığı gibi hesaplı tasarrufçuluğa karşı, parayı hesapsızca saçmak) ya da zamanın kullanım alışkanlığı (kısa - uzun vade planları) bazen ciddi sorunlara yol açabiliyor. İsterseniz buna stereo tip ya da oryantalist bir klişe deyin, zaten biraz da böyle ama, bu konular Hollandalı kadınlar için (aslında Türk erkekler için de bağımsız batılı kadınların davranışları ile başa çıkabilme açısından) sorun olabiliyor. Röportaj bir hafta sonra gazetede yayınlandı. Bir Türk kız arkadaşım gülerek aradı: ‘Sen Türk erkeklerinin dünyanın en çekici erkekleri olduğunu ve yatakta çok iyi olduklarını mı söyledinı’diye sordu.
Kısa bir süre sonra Yunan bir gazeteci ile konuştum o da gazetesinde, Türk erkekleri ile ilişkinin sorunlu yanlarını abartarak, şu şekilde yazdı: ‘Kültürler arası bir ilişki, kıskançlık, aşırı sahiplenme, aldatma ve Türk kaynananın göz ardı edilemeyecek baskısıyla neredeyse imkansızlasıyor.’ İnsanın içinden yazının sonunda ister istemez, ‘Neyse ki Yunan erkekler var!’ diyesi geliyor.
Karikatür krizinden bir süre sonra Danimarkalı bir yayınevinden - belli ki ortamın olumlu bir aşk hikayesi için uygun olduğunu düşündüler- Danimarkalı bir genç kız ile Müslüman bir gencin aşk hikayesini kaleme almam için bir talep geldi. Müslüman genç arada bir camiye gidecek, ancak günlük hayat içinde ibadeti sadece tuttuğu futbol takımı Beşiktaş'ın kazanması için Allah'a dua etmesi ile sınırlı olacaktı.
Beni en çok şaşırtan şey okuyuculardan aldığım tepkiler oldu. Hemen hemen her hafta, aşık olmuş, evlenmiş ya da boşanmış Hollandalı ve Belçikalı kadınlardan Türk erkekleri ile olan ilişkilerine dair e-mail'ler aldım. Hemen hepsi sevdikleri adamla Side, Kemer, Antalya, Alanya, Marmaris ya da Bodrum gibi tatil yörelerinde tanışmıştı.
Arka arkaya ve birçok kişiden gelen ‘kitabınızda kendimi buldum,’ gibi sözler bana öncelikle kendi yaşadığım ilişkinin tek olmadıgını, bir yandan da siyasetin henüz açamadığı sınırları bir çok
| |
| |
kimsenin bireysel ve fiziki olarak açtığını gösterdi. Flört ediyor, deniyor ve meydan okuyorlar. Kültürel farklılıklar ve vize sorunları politik bir engelleme olarak ortaya çıksa da, aşkın verdiği heyecan sınır tanımıyordu. Türkiye'nin batı sahilleri son yıllarda İspanya ve Yunanistan'a karşı ucuz bir alternatif oluşturuyor. Bu, Türkler ve Avrupalılar arasındaki aşk trafiğini - kısa mesaj, Internet gibi gelişen teknoloji ve ucuz uçak biletleri sayesinde- hem artıracak hem de tatil aşklarının devamı mümkün olacak. Örnegin, 2004 yılında Türkiye'yi tatil ülkesi olarak tercih eden Hollandalıların sayısı toplam dokuz yüz bindi. Bu tatiller esnasında da mutlaka benzer aşklar yaşanacak ve onlar da siyaseti sorgulayacaktır.
Bana mektup yazanlar arasında en genci on yedi yaşındaki Belçikalı bir kızdı ve bir Kürt'e ilk görüşte aşık olmuştu. Soru ve ünlem işaretleri ile dolu mektubu insanın yüreğini parçalamaya yetiyordu. ‘Yarın gizlice uçağa atlayıp onun yanına gitmek istiyorum ama annem babam karşı çıkıyor. Oysa ben yüreğimin götürdüğü yere gitmek istiyorum! Öyle değil miı Siz de kitabınızda öyle yazmamış mıydınız?’
Erkeklerden de mektup aldım ama sayıları çok daha azdı. En çok aklımda kalan mektup Hollandalı kızgın bir adamdan gelendi. Dört yıl önce karısının bir Türk'e nasıl aşık olduğunu ve sonunda boşandıklarını yazmıştı. O günden sonra Türk erkeklerinden hoşlanmamaya başlamıştı hatta onlardan nefret ediyordu. Kitabımda Türk erkeklerinin Hollandalı ailelere verdikleri zararı yeterince dile getirmediğimi düşünüyordu. ‘O ülke katiyen AB'ye girmemeli’, diye eklemişti. Bu sık görülen bir durumdur, şu ya da bu sebeple yanlış yapan bir Türk'le yaşanan deneyim o ülkenin tamamını töhmet altında bırakabilir.
Mektuplarda Türk kültürüne ilişkin soru işaretleri, çevrenin önyargıları ya da kişilerin kendi çelişkileri çok net ifade edilmişti. Mektup yazanların çoğu, ‘kara liste’ye nasıl ulaşabileceklerini soruyordu.
Kara listeı
Sadece Almanya'da değil, Hollanda'da da Türklerle Avrupalılar arasındaki tatil aşklarının anlatıldığı pek çok web sitesi var. www.lokum.nl veya www.seniseviyorum.nl sitelerine girip ‘aşk’ a tıkladığınızda, daha çok kadınların olumlu ya da olumsuz deneyimlerine ya da - az sayıda- erkeğin olumlu deneyimine ulaşabilirsiniz. Olumsuz deneyimler genellikle Hollandalı kadınlar tarafından ve ‘benim kabusum oldu’ yada ‘sonradan evli olduğu ortaya çıktı’ benzeri başlıklar altında anlatılmaktadır. Olumlu deneyimlerin anlatıldığı yazıların ise ‘gerçek aşk vardır’ yada ‘Daphne çok aşık’ gibi başlıkları var.
| |
| |
Erkek arkadaşlarının sadakatinden ve dürüstlüğünden şüphe eden kadınlar gizli gizli araştırma yapıyorlar. Internet'te isimlerin de açıkça yazıldığı ‘Benim Gökhan'ı tanıyan var mıı Ona Antalya'da bir barda rastladım ama çürük elma olup olmadığını bilmiyorum,’ gibi yazılara da rastlamak mümkün. Yanına da Gökhan'ın resmini koyunca, sıra onun muhtemel aşklarından gelebilecek haberleri beklemeye kalıyor.
Bu korku sınırının Türkiye'de başlaması şaşırtıcı değil. Pek çok kuzey Avrupalı için Türkiye diğer ülkelerden biraz daha ‘farklı’ çünkü Müslüman bir ülke. Bir Türk ile on yıl evli kalmış olan, ‘De Gouden Appel,- Altın Elma, Doğu ve Batı arasındaki Türkiye’ kitabının yazarı Jessica Lutz babasının her zaman kendisine; ‘Herkesle evlenebilirsin ama bir İtalyan'la asla’ dediğini anlattı. Avrupa'da seksenli yıllarda İtalyan erkekleri Türklere oranla çok daha kötü bir üne sahipti. Onlar hakkındaki yaygın görüş, para peşinde koşan ve kadınlara kötü muamele eden Latin sevgili olduklarıydı. Sınır şimdi biraz daha doğuya kaydı. Daha önceden İtalyan erkeklerin sahip olduğu kadın avcısı imajını Türkler devraldı.
Bana mektup yazanların ikisiyle buluştum. Yazdıkları öyle etkileyiciydi ki onlarla yüz yüze görüşmek istedim. Onların üzerinde durdukları konular, kitabımda yeterince yer vermediğimi fark ettiğim; batılı homoseksüel erkek ve ileri yaştaki Avrupalı kadınlarla ilgiliydi.
Hollandalı homoseksüel genç Edwin (26) bana, Türkiye'ye, özellikle de ‘Şimdiye kadar gördüğüm en homoseksüel şehir’ diye tanımladığı İstanbul'a olan ‘tutkusunu’ ve Türkiye sayesinde homoseksüelliğinin doruğuna nasıl ulaştığını yazmıştı.
Onunla Amsterdam'da bir kahvede buluştuğumuzda bana Türk erkeklerine olan sevgisini anlattı. İstanbul'da erkek avına çıkan homoseksüellerle ilgili gizli önyargım onunla karşılaştığımda alt üst oldu. Karşımdaki kırmızı saçlı çekingen gencin anlattıklarına göre İstanbul'da yaşadığı deneyimler onu özgürleştirmiş, daha neşeli olmasını sağlamış, duyduğu utanç azalmış ve hem homoseksüel hem de insan olarak kendine olan güveni artmıştı. ‘Oradaki erkeklerin bana gösterdikleri ilgiden büyük zevk alıyorum. Türkiye'de boyuma ve mavi gözlerime hayranlık duyuyorlar.’
Türkiye'ye yaptığı ilk gezi bir arkadaş grubuyla 2003 yılında Alanya'ya olmuş. İki ay boyunca hayatından çok büyük zevk alarak yaşamış ve olgunlaşmış. Sonra da altı defa İstanbul'a gitmiş. İstanbul'da, üzerinde çalıştığı tez konusu olan Türkiye'de ‘homoseksüellerin aktif ve pasif rolleri’ üzerine bir araştırma yapmış. Bağlantıları- | |
| |
nı internet üzerinden gaydar, gayromeo gibi siteler aracılığıyla ve İstanbul'da homoseksüellerin bir araya geldiği klüplerde kurmuş. Orada resmen ‘homo’ barları yok, ancak karma klüpler olan 80CC, Bar Bahçe gibi mekanlarda buluşuluyormuş.
Edwin'in bana anlattığına göre, Türkiye'deki homoseksüel ilişkilerde yaşanan gerginlik, homoseksüelliğin Türkiye'de henüz Hollanda'daki kadar kabul gören bir durum olmamasından kaynaklanıyor. Genelde, pasif taraf olmayı seçenin homo olduğu, aktif olanın homoseksüel olmadığı anlayışı hakim. Başlangıçta hiçbir şeyin net olmaması da çok hoşuna gitmiş. ‘İriyarı bir heteroseksüel yanıma gelip ‘ne sevimli bir yüzün var’ diyebiliyor. İki dakika sonra biri yanınıza gelip ‘seni öpebilir miyim’ diye sorabiliyor. Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasından sonra sanırım homoseksüellerin de durumları düzelecek. Bu düzelme tabii ki kendine homoseksüel diyen, kendinden emin olanlar için iyi olacak, ancak ‘aktif’ olanlar için durum aynı değil, damgalanmalarına yol açabilir. Elbette çok dikkatli olmak gerek; İstanbul'da kimseye güvenmem. Aralarında kiralık gençler ve hırsızlar var, ben de bir hırsızlık olayı yaşadım. Açık davranmanın bedelini ödedim. Bazıları bana seks turisti diyor ama bence bu da homoseksüellere karşı önyargılı bir yaklaşımdan kaynaklanıyor. İstanbul bir metropol kenti olduğu için orada fazla hissedilmiyor. Güney sahilleri sabun köpüğü gibi ve gerçek hayattan kopuk. Oralarda eşitsizlik çok daha
belirgin - eğitimsiz Türk gençleri homoseksüellerle ya da yüksek öğrenimli batılı kadınlar az eğitimli gençlerle birlikte oluyor.’
Güney sahillerinin yüksek eğitim almış kadınlarından biri de Anja'ydı (55). Bana e-maille ulaştı. Sırrını paylaşmak istiyordu. Otuz beş yaşında bir Türk adamla birkaç yıl süren bir ilişkisi olmuş. Otuz yıldır evli olduğu Hollandalı eşinin başlangıçta hiçbir şeyden haberi yokmuş. Anja sırrını, ahlaki yaklaşımlar nedeniyle kimseyle paylaşmamış; ayrıca yaş farkını, aldatan taraf olduğunu, kültür farklılıklarını zaten kendisi de düşünebiliyormuş. Eğitimini tamamlamak isteyen ve işsiz olan Türk sevgilisine düzenli olarak para gönderiyormuş.
Yazdıklarını okudukça kafamı sağa sola sallıyor ve gözümün önünden şu görüntüyü atamıyordum: Türk lokumuna devamlı para veren yaşlı kadın.... gerçek bir tekne sevdası!
Anja ile buluştuğumda anlattıklarını farklı bir açıdan değerlendirmeye başladım; oldukça neşeli, hoş, seksi bir kadındı. Otuz beş yaşında bir adamla aşk yaşaması hiç de olanaksız görünmüyordu. Beni de neşelendirdi. Ben de elli beş yaşımda böyle olmak isterim! Karşımda maceracı, gezgin ruhlu, bir yandan da tutkusuz bir evliliği
| |
| |
yıllardır sürdürmeye çalışan akıllı bir kadın oturuyordu. Belki de evliliğini, evlilik dışı ilişki sayesinde ayakta tutabilmişti. ‘Tam olarak öyle değil, bir ara ciddi olarak boşanmayı düşündüm,’ dedi. Daha sonra bana, Kerem'le Kaş'ta tatil yaparken nasıl tanıştıklarını anlattı. İlk görüşte bir çekim hissetmişlerdi. Elbette onun yaşının büyük olduğunu her ikisi de biliyordu. İlk günlerden itibaren para konulardaki rol paylaşımı da belli olmuştu. Kadın hemen her şeyi karşılıyordu; otel, yemek, içki, ulaşım. İlişkileri karmaşık (çocuk, evlilik planı) başlamadığı halde bir süre sonra karışık bir hal almış. Kadın ona aşık olmuş, bağlanmış, bu ilişkinin bağımlısı olmuştu. Daha sonra birkaç defa gizlice Türkiye'ye onu ziyarete gitmiş, ancak bunu öğrenen kocası ona bu şeyahatleri yasaklamıştı. O andan itibaren email ve telefonla haberleşmeye başlamışlardı. Bir yıl sonra Kerem ona genç, Belçikalı bir kadınla ilişkisi olduğunu ve kadının hamile olduğunu söyleyerek, Anja'dan akıl istemişti. Anja Kerem'in kendisine annesi gibi davranmasına çok içerlemiş ancak bu arada haftalık konuşmalarından da vazgeçmek
istememişti. Kerem Belçikalı kadın hakkında olumsuz konuşmuş, onun kendisini etkilemeye çalıştığını söylemiş. Bu arada ailesi evlenmesi için bir Türk kızı bulmuş. Anja ne yapacagını şaşırmış; kendisinden farklı olan Belçikalı kadın ile ilişki mi kurmalı; oysa bu kadının Kerem'in onunla da ilişkisi olduğundan muhtemelen haberi bile yoktur.
Hikayesine şöyle devam etti: ‘Uzun zaman Türk sevgilimde beni bu kadar etkileyen şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Sanırım bir Türk erkeği ile ilişki tam manasıyla kadın-erkek ilişkisinin özünü ifade ediyor, işin özü ise bence ‘Ben Tarzan, sen Jane’. Fazla söze gerek duymadan sadece var olarak mümkün olabilen ilişki. ‘Kollarıma gel, her şey güzel olacak’ durumu. Bir Türk için kadın kadındır (sanıyorum), 20 yaşında ya da 80 yaşında olması fark etmez. Batı Avrupa'da bu durum uzun zaman önce değişti. Eğitim düzeyi yüksek bir kadınla, daha az eğitimli bir erkeğin birlikte olması konusuna gelince, bu aramızda hiçbir zaman sorun olmadı. Keşke olsaydı. Kerem benimle, basit seksi bir kadın arasında, davranış, ifade ya da konuşma anlamında hiçbir ayrım yapmazdı. Bir ara, sadece bu adamla olmak, onun yakınında olmak, bana çok iyi gelen varlığını hissetmek istiyorum, diye düşündüm. Onunla ilgilenmek, ona bakmak, onun için Türk yemeklerini öğrenip pişirmek istiyorum, eve geldiğinde onu karşılamak istiyorum diye düşündüm. Ancak bu düşüncelere daldıktan bir süre sonra hayattaki hedefimin bir erkeğin hizmetçisi olmak olamayacağını anladım. Böylesi bir hayat beni hiç tatmin etmezdi. Bir kadının, onun
gelişmesini engelleyen bir erkekle yaşaması benim için olanaksızdı. Şimdi, kızımın da aynen böyle
| |
| |
davrandığını görüyorum. Hayat beklemekle geçmemeli.’
En sonunda Anja, içi kan ağlasa da Kerem'le ilişkisini bitirmiş. Bana yazdığı mektupta ‘O tam bir oportünist, ben para vermeye devam ettim, bu paralar içkiye belki de başka kadınlara gitti. Erkeklere tekne alan kadınlarla alay edebilirsin ama ben Kerem'in de parayı böyle bir şeye harcamış olmasını tercih ederdim. Çok güzel bir duygu, ancak bir anda son derece çirkinleşebiliyor, artık bunu kabul etmeliyim. Böyle davranan Batılı kadınlar aslında her iki taraf için de kötü olan bir durumu sürdürmüş olmuyorlar mı? Bir keresinde Kerem'e neden yaşadığı yerde kendi yaşıtı bir kızla çıkmadığını sorduğumda bana: ‘onlar ya aşık olup hemen evlenmekten, çeyizden falan bahsediyorlar, ya ağabeyleri kardeşlerine asıldım diye peşime düşüyor ya da ailesi bana baskı yapıyor’ diyerek bunları yaşamak istemediğini söylemişti.’
Anja'nınki gibi açık kalplilik ve dürüstlükle yazılmış okur mektupları beni çok etkiledi. Benim yaşadığım ilişkide yaş farkı yoktu ama Anja'nın hikayesi ile benimkinin arasında başka alanlarda benzerlikler vardı. Anja ile görüştükçe onunla Türkiye'de ne aradığımızı, Türk erkeklerinde ne bulmayı ümit ettiğimizi konuştuk. Anja ile benim aşk geçmiğim arasında benzerlikler de vardı. O 55 yaşındaydı bense 34, ama onun duygularını kaleme alış biçiminde ben kendimi buldum. Benim de Ozan'la olan ilişkimde kendimi tanıyamadığım anlar olmuştu. Çeşitli patlamalarla sonuçlanan ve bastırılamayan kıskançlık krizlerinden bazen etkilendim ama daha sonra çok rahatsız oldum. Kendimi sık sık bekleyen kadın pozisyonunda hissettim; evde onun gelmesini, telefon etmesini, bağımlılık yaratan sevgi dolu ilgisini bekledim. Anja gibi ben de bazı alanlarda hep parayı veren oldum; beraber oturduğumuz dairenin, tatillerin. Bu davranış biçimini ‘soğukkanlı bir Hollandalı’ ya da ‘bağımsız batılı bir kadın’ olarak tanımlamak mümkün değil, ya da çok mümkün, çünkü aşk sınır tanımıyor.
Anja'yla birlikte, erkeklere duyduğumuz sevginin aslında Türkiye ile de doğrudan bağlantılı olduğu, sonucuna vardık. Benim için özellikle İstanbul, sürprizlerle dolu hayatın sıcak ve gerçek yüzünü taşıyan bir şehir. Tekne aşkları - batılı kadının Türk erkeğine para ödemesi bulmacası- hâlâ yaşanıyor ancak daha sempatik bir görünüş kazandı. Ben de aynen Anja gibi bu bulmacadan halen büyülenmiş durumdayım.
Anja ile yaptığım görüşmeden iki hafta sonra şu mesajı aldım:
‘Not: Onu özlüyorum ama biliyorum ki sadece hafif bir melankoli duygusu ile geçmişi düşüneceğim bir an gelecek. Bir Türk'le yaşadığım altı yılı noktalamak ve yeni bir döneme başlamak üzere saçla- | |
| |
rımı koyu renge boyattım, bu şekilde bir Türk'ün bana ilgi duymasını önlemiş olacağım.’
Okuyucu mektupları arasında sıklıkla şu soru soruluyordu: ‘Söyleyin, hâlâ devam ediyor mu?’ Ben bunun cevabını vermedim. Kitap, dışarıdaki hayatın başladığı yerde bitmeli. Bazen de hikayenin sonunu okurun kendisinin getirmesini istediğimi söyledim. Hikaye, okurun böyle aşklara yaklaşımı ve Türkiye - AB sürecine nasıl baktığıyla bağlantılı olarak son bulacaktır.
Her neyse, ben de Anja gibi bir anda Ozan'la olan ilişkimi geçici olarak noktaladım; bunun kalıcı mı, geçici mi olduğunu zaman gösterecek. Bu aklımla aldığım bir karardı, yüreğimle değil. On yedi yaşındaki Belçikalı kızın mektubunu sık sık hatırlarım; ‘Siz aşk konusunda, yüreğinin götürdüğü yere git dememiş miydinizı Öyle değil mi?’
Evet, ben bunu demiştim.
Anja da ben de ‘bundan böyle hiçbir Türk erkeğinin bizimle ilgilenmeyeceğini umuyoruz,’ derken aslında yalan söylemekteyiz.
|
|