Küresel terörist
(2002)–Willem Oltmans– Auteursrechtelijk beschermd
[pagina 69]
| |
SuhartoVatana ihanet suçunu işleyip iktidarı gasp ettikten dört yıl sonra General Suharto, Alman sosyolog O.G. Roeder'le birlikte yazdıkları ‘Gülümseyen General’de, bunu neden yaptığını kendi açısından anlattı.Ga naar eind(50) Bu hayalet yazar, haksız yere, general ne söylediyse, sanki asıl doğrular bunlarmış gibi noktasına bile dokunmadan yazmıştı; oysa, hiç utanıp sıkılmadan çok sık yalan söyleyen biriydi. Aynı zamanda Roeder'in, istihbarat servislerinin çalışma tarzı hakkında bir şey bilmediği de belliydi. Bu kitapta Suharto'nun kendisini gülünç duruma düşürmesini engelleyememiş görünüyor. Anılarının başında, general, başkomutanına isyan etme suçunu işlemesinin nedenlerini açıklıyor. Endonezya'daki gelişmeler ve hepsinden önemlisi, ‘Sukarno'nun güçlenen komünist yanlısı politikası ve Pekin'le kol kola yoldaşlığı’ yüzünden çok mutsuz olmuş. Ne Sukarno'nun ne de çalışma arkadaşlarının ve dostlarının güçlenen komünist yanlısı politikası vardı. Marx ve Lenin'in bu hayali yükselişi, sadece ve kesin biçimde, Washington'daki Görünmez Hükümeti oluşturan aptalların hasta kafalarında mevcuttu ve muhtemelen, daima yabancı ülkelerdeki, CIA'nın ve benzerlerinin kirli oyunlarını oynamaları için dolar veya iktidar vaadiyle elde edilebilecek safdiller içindi. Her şeyden önce, Endonezya, Kamboçya ve hatta Filipinler'i Moskova ve Pekin tarafına iten, ABD'nin Vietnam'daki ahmakça askeri politikasıydı. Doğal olarak EKP, ABD'nin dünya çapındaki aptallıklarından yararlandı. Bunun Sukarno'yla, Sihanuk'la veya Diosdado Macapagal ile bir ilgisi yoktu. Güneydoğu Asya'da komünistler ve komünist olmayanlar, ABD'nin bu bölge-Ga naar eind(51) | |
[pagina 70]
| |
de hiçbir şekilde askeri müdahaleye hakkı olmadığı konusunda görüş birliği içindeydi. Vietnam'ı işgal etme iznini Washington'a kim vermişti? Kuşkusuz, Amerikan başkanları BM Güvenlik Konseyi'nden, Güneydoğu Asya'daki savaşlarını onaylamasını istememişti. Çünkü Çin ve SSCB bunu veto ederdi. Suharto her şeyden önce bir askerdi, dış ilişkiler bir yana, politik konularda da cahildi. Sınırlı bir lise eğitiminin ötesine gitmemişti. İş için Hollanda Donanması'na başvurdu. Onun niteliklerine uygun olarak ellerinde sadece bir mutfak işi vardı. Suharto'nun hiçbir entelektüel etkinliği yoktu. Ardından, Hollanda Sömürge Ordusu'na başvurdu. Sürekli rütbe kazanarak en üst kademeye ulaştı çünkü, emirlere harfi harfine uyan üstün bir nişancıydı. Fakat aynı zamanda hırslı bir adamdı ve daha fazlasını istiyordu. Washington'un görünmezleri, onun şefi olduğu ve muhtemel bir askeri darbe için çalışmaya başladığı Ordu Stratejik Komuta Merkezi'ne o sırada sızdı. Bu adam, Sukarno'nun tersine, ABD istihbarat servisleri konusunda cahildi ve bu yüzden ideal bir hedefti. 1965 darbesinden bir yıl sonra Jakarta'ya dönünce, Albay Sutikno Lukitodisastro'nun Suharto'nun sağ kolu haline geldiğini farkettim. Sutikno'yu daha 1957'de, o henüz bir binbaşı rütbesiyle BM bayrağı altında Gazze ve Misır'daki I. Garuda Bataryası'nda görev yaparken tanıdım. Ben New York'da yaşadığım, o da 1960'ların başlarında Washington'da askeri ataşe olduğu için hep bağlantımızı yeniledik. Onu bir Sukarnocu olarak tanıyordum. Gerçi CIA'nın Amerikan başkentindeki akredite askeri ataşeler içinden sorunlu kişiliğe sahip olanları elde etmeyi bir alışkanlık haline getirdiğini biliyordum ama Sutikno'nun, Suharto'ya ABD adına göz kulak olma işi için seçilmiş olabileceği hiç aklıma gelmezdi. Ancak, 1966 yılı Ekim ayında Jakarta'da, bu iki adamın olağan dışı biçimde birbirine yakın olduğunu hemen farkettim. 1957'de Endonezya'dan ayrıldıktan sonra, Endo- | |
[pagina 71]
| |
nezya konusunda Lahey'in ters sonuçlar yaratan politikaları hakkındaki eleştirel makalelerime karşı olan Hollanda Hükümeti'nin isteği üzerine Jakarta'da kara listeye alındım. Darbe sonrasındaki gelişmeler konusunda habercilik yapmamı engelleyen kısıtlamaların kaldırılmasını sağlayan Sutikno'ydu. 1 Ekim 1966'da bir Hollanda televizyon ekibi ile Jakarta'ya gittim. Yine 1957'deki gibi. kolayca Saray'a ulaştım. Başkan her sabah Istana Merdeka'nın (Özgürlük Sarayı) arka terasında çay ve kahvaltı eşliğinde misafirlerini kabul ediyordu. Yardımcılarından biri jipiyle beni otelimden aldı. Bu gayrıresmi toplantılar bir gazetecinin bakış açısından, bilgi edinmek için oldukça yararlıydı. Beklenmedik şekilde, Başkan ve ona ihanet eden darbeci general arasında süren wayang'a (Endonezya gölge oyunu) dahil oldum. Her şeyden önce, 1966'da Endonezya'ya geri döndüğümde, Suharto'nun hükümetin dizginlerini daha o zaman bile ne kadar ele geçirmiş olduğunu anlamamıştım. Bu ülkedeki gelişmeleri izlediğim on yıl boyunca Sukarno tartışmasız liderdi. Beni isyancı generale, sanki o hâlâ emri altında bulunan disiplinsiz bir subaymış gibi tanıştırdı. Suharto beni, ünlü sahte gülüşünün eşlik ettiği, misafirlere karşı gösterilen tipik Javalı nezaketiyle selamladı. Başkan ve en üst rütbeli askeri arasındaki, başkalarının önünde yapılan karşılıklı saygı gösterilerini aptal gibi yedim, çok iyi kandırıldım. Sukarno'nun konumu köklü bir biçimde değişmişti. Endonezya'daki yeni gerçekliği bütünüyle anlamak, epey zamanımı aldı. Başkan Sukarno, her gün diğer kahvaltı misafirlerinin ayrılmasından sonra kalmamı istiyor, ancak o zaman baş başa konuşabiliyorduk. Albay Sutikno bunun farkındaydı. Sukarno, darbeden bir yıl sonra ülkedeki duruma ilişkin görüşlerinden birçoğunu yalnızca benimle paylaşıyordu. Albay Sutikno, kuşkusuz Suharto'nun izniyle, bana yanaştı. Başkan ve general arasındaki temel sürtüşme noktası, Sukarno'nun EKP'yi 1965 darbesinin nedeni olmakla suçlamayı kesin bir | |
[pagina 72]
| |
dille reddetmesiydi. Suharto'nun yardımcısı, dolambaçlı bir yoldan, benim belki bu nazik konuyu bir sonraki görüşmem sırasında açabileceğimi ve EKP konusunda Suharto'yu ikna etmek için çaba sarfedebileceğimi ifade etti. Başkan bu konuyu açık seçik ortaya koymuş olduğu için net olarak biliyordum ki, o EKP'nin 1965 darbesine kesinlikle karışmadığından bütünüyle emindi. Belki bazı komünistler içinde yer almıştı ama Parti'nin bu işle bir ilgisi yoktu. Suharto ve onun kasaplarına, EKP üyelerine ve Sukarno yandaşlarına karşı ülke çapında imha hareketi başlatmak için bir bahane sağlamak amacıyla, Washington ve CIA, komünistleri generalleri öldürmekle suçluyordu. Başkan, ABD'nin Endonezya'nın bağımsızlığından beri sürekli olarak ulusun iç işlerine burnunu sokmuş olduğunu da gözönünde tutarak, Washington ve CIA'yı suçlu taraflar olarak değerlendiriyordu. Bu gerçekleri görmeyi reddeden bazı askerlere özellikle kızgındı. Suharto gibi bazı subaylarının birer hain olarak davranmayı kendilerine yedirmelerini ve kendilerini Endonezya'nın düşmanlarının basit birer aleti haline getirmelerini bir türlü anlayamıyordu. Yine de bir yokladım. Suharto'nun savını dile getirdim. Sukarno bana bir yığın ek bilgi ve kanıt sundu. Büyükelçi Marshall Green'in kendisine karşı eylemde bulunan açık bir suçlu olduğunu belirtti; Suharto ile karşılaşmaktan kaçınıyor ve bürosu Jakarta'da bulunan biri için oldukça garipsenecek biçimde sürekli Washington'a yolculuk yapıyordu. Başkan, bütün bu işlerde CIA'nın rolüne daha derin biçimde bakmamın daha iyi olacağı konusunda kulağımı büktü. Marshall Green'i görmeye gittim ve gerçeklerle yüzleşmesi için, ABD'nin Endonezya'ya bir kez daha müdahale etmesinin EKP ile barış içinde bir arada yaşamış olan Endonezyalıların, şimdi Washington'un zorlamasıyla, kendi aralarında kanlı bir çatışmaya girdiğini ve Endonezya tarihinin en büyük kan banyosuna yol açan iç savaşın sonunda tükenmiş olduklarını anlattım. | |
[pagina 73]
| |
Kırk yıl önce insan hakları ve savaş suçları konusu henüz revaçta değildi. ABD'nin birdenbire ortaya çıkan terbiye kuralları, Sovyet imparatorluğunun yıkılışından hemen sonra Washington'da popüler hale geldi. Bu çağ açıcı olaydan önce, komünistleri ve solcuları, toplu imha dahil her türlü yöntemle gebertmek gerekiyordu. Bazen, hafta sonları Başkan helikopterle dağlardaki Bogor'a gidiyordu. Orada eski, görkemli, sömürgecilerden kalma Yaz Sarayı'nın toprakları üzerindeki dört odalı bir bungalovda kalıyordu. Bogor'da akşam yemeklerinde sohbetlerimize devam ettik. Green'in Başkan'dan bu kadar açıkça uzak durarak darbeci generallerle birlikte entrika çevirdiğinden kuşkulanılmayı göze aldığını ve böylece zaten güvenilmez hale geldiğini söyleyerek eleştirdim. Neden diğer ülkelerin büyükelçilerinin yaptığı gibi sarayın kahvaltı toplantılarına katılmıyordu? ‘Kim kimi davet ediyor?’ olmuştu Sukarno'nun tepkisi. Bogor'da Sukarno bana ‘Onu neden davet edeyim?’ diye sordu, ‘Green kesin olarak bir yıkıcıdır.’ Bununla birlikte Albay Sutikno EKP konusunu, Başkan ve Suharto arasındaki bu tartışmalı sorunu gündeme getirmeye devam etti. Ona, ‘Neden onunla kendin konuşmuyorsun?’ dedim. Yine, ‘Kim kimi saraya davet ediyor’ sorusu ortaya çıktı. Sukarno'ya, kendisi üstün konumda olduğu için Sutikno'yu onun çağırmasını önerdim. Bir başkanlık askeri yaveri onu getirmeye gitti ve 11 Ekim 1966 günü olağan kahvaltı toplantısının ortasında Başkan albayı ve beni sarayın içinde yürümeye ve baş başa konuşmaya davet etti. Bu, 45 dakikalık bir görüşme olacaktı. Washington'daki şer güçleri ile Sukarno arasında elçi olarak -makul nedenlerle- hizmet eden, aslında ültimatom içeriği taşıyan ama sert ve saygısız görünmemesi için mesajları dolambaçlı ifadelerle ileten adam, işte karşınızda. Eğer Başkan işini korumak niyetindeyse, EKP'yi, hemen ertesinde 1965 askeri darbesine yol açan, altı generalin öldürülmesiyle suçlaması gerekiyordu. Başkan albayı sabırla dinledi. İki arkadaşımın | |
[pagina 74]
| |
kesin bir sonuca ulaşmak üzere savaşıyor olması karşısında dehşete düştüm; onlardan biri hainlerin dilini konuşuyordu, ötekisi bütünüyle gerçeğin farkındaydı ve gereken cevabı verme zamanının gelmesini bekliyordu. Önce Sukarno buz gibi bir sesle Sutikno'ya sordu: ‘Ne pahasına olursa olsun başkanlığı elimde tutmak isteyeceğim fikrine nasıl vardın?’ Onurunu hiçbir şeyle, Endonezya başkanlığiyla da, değiştirmeye niyetli olmadığını biliyordum. Fakat, düşmanlarının acımasız olduğunu, onların çağrısına olumlu yanıt vermeyi reddetmesi halinde, kişisel güvenlik ve korunmasını yitireceğini de biliyordum. Onun da bunların farkında olup olmadığından ve kendi hayatına mal olsa bile, kendine olan saygısını korumak için bir bedel ödemeye hazır olup olmadığından emin değildim. Sonunda, Suharto kısaca ve açık bir dille, kimlerin hain, kimlerin suçlu olduğunu bildiğini, bunların EKP değil Washington ve CIA olduğunu belirterek Sutikno'ya karşı saldırıya geçti. Albayın Başkanın önünde suçlu bir şekilde yavaşça kafasını öne eğdiğini ve gözlerinden yaşlar geldiğini gördüm. Daha ötesi, Başkan şu gerçeğin tümüyle bilincindeydi: Eğer o darbeci askerlerin çağrısına uysaydı, askeri diktatörlük karşıtları için kan banyosu daha da artacaktı. Sutikno beni jipiyle ‘Endonezya Oteli’ne götürdü, bu görüşmenin çok iyi olduğu fikrine kapılmıştı: ‘Başkan şimdi konuştuklarımız hakkında düşünecek ve doğru kararı verecek’ dedi bana. İyimserliğinin tamamen temelsiz olduğunun farkındaydım. Sukarno'nun düşünme tarzını anlamaya başlamıştım. Asla hainlere boyun eğmezdi, bu onun ölümü demek olsa bile. Ve bu işin nasıl sonuçlanacağı belli olmuştu. Sukarno, Endonezya'nın bağımsızlık kahramanı, Washington'daki Cinayet Anonim Şirketi'nin bir başka kurbanı olacaktı. Cinayet, tıpkı diğer gizemli haberci Ujeng Suwargana'nın daha 1962'de açıkladığı gibi, tamamen önceden belirtilen şekilde işlenecekti. Başkan Sukarno | |
[pagina 75]
| |
dış dünyadan soyutlanacak ve su verilmeyen bir çiçek gibi öldürülecekti. Afrikalı-Asyalı uluslardan milyonlarca masum insanın gerçek katillerinin, işledikleri savaş suçları yüzünden uykuları kaçmadı. Solcuların bu toplu kıyımının katillerinin yakalanmaları ve zorla bir Savaş Suçları Mahkemesi'ne çıkarilmaları şöyle dursun, kimlikleri bile asla belirlenmedi. Yakından ve tarafsız olarak incelendiğinde, Sırp liderlerin mahkeme önüne çıkarılmasını gerektiren aynı ölçütlerle yargılanmış olsalar, Eisenhower'den bu yana tüm ABD başkanları birinci sınıf savaş suçlusu ünvanını hak eder. Kore savaşının onaylanması için BM Güvenlik Konseyi'ne başvuran Harry Truman, bu yolu kullanan tek ve son başkandı. Truman'dan sonra tüm ABD başkanları BM Sözleşmesi'ni gözardı etti. Washington'un iktidar oyunlarına, yasadışı işgallerine ve gizli operasyonlarına uygun düştüğü zamanlarda BM'ye üye egemen devletlere karşı Güvenlik Konseyi kararlarına başvurdular. Aslında NATO ülkelerinin tüm sorumlu devlet adamları, 1999'da Washington ve Londra'nın Balkanlar'a saldırmasını ve eski Yugoslavya'yı bombalamasını onayladıklarında tam eğitimli savaş suçluları gibi hareket ediyorlardı. Mussolini Habeşistan'ı 1935'de işgal ettiğinde, İtalya'nın Cenevre'deki Milletler Cemiyeti üyeliğinin getirdiği yükümlülükleri çiğnedi. Bu, ilk dünya örgütünün sonunun başlangıcı oldu. Eisenhower'ın, Kennedy'nin, Johnson'ın, Nixon'ın ve Ford'un Güneydoğu Asya'da yaptıkları, esasında klasik faşist davranışlardı. Diem kardeşler Kennedy'nin suç ortaklığıyla öldürüldü. Sihanuk krallığından 25 yıllık bir sürgüne Nixon ve Kissinger'in suç ortaklığıyla gönderildi ve Sukarno Johnson'ın suç ortaklığıyla ihanete uğratıldı ve işkenceyle yavaş yavaş ölüme yollandı. BM'in bir üyesi, üzerinde anlaşılmış ve imzalanmış uluslararası hukuk ilkelerini çiğnediği ve bu -ABD'nin yaptığı gibi- onun yanına kâr kaldığı zaman kurallar caydırıcı olmaktan çıkar, 1930'lardaki Milletler Cemiyeti gibi, Birleşmiş Milletler | |
[pagina 76]
| |
de gerçekte, kabul edilmiş uluslararası kuralların yasal uygulayıcısı olma özelliğini bir yana bıraktı. Mussolini'nin Etiyopya'da yaptığının aksine Washington Endonezya'yı asla fiziksel olarak işgal etmedi. Bunun yerine ABD, emperyalist tasarılarını uygulamak konusunda işbirliği yapmayı kesinlikle reddeden 'ulusun babası'nı yerinden ederek, 1965'de Jakarta'da Suharto'nun yönetiminde kukla bir rejim kurdu. Suharto Washington'un talimatlarını seve seve yerine getirdi. Selefinin aksine o, sorunsuz işbirliği nedeniyle cömertçe ödüllendirildi. Batı, Endonezya'daki faşist askeri rejimi finanse ediyordu ama öte yandan, yolsuzluklarla kendisini ve ailesini -eşi dostuyla yakın işbirliği halinde- zenginleştiren bu adama kendi seçtikleri Quisling olarak bakıyorlardı. Politik, ekonomik ve askeri olarak, dünyanın dördüncü büyük ülkesi kesintisiz olarak en azından 32 yıl etkin biçimde ABD'nin koruması altındaki zayıf bir ülkeye dönüştü. Kuşkusuz Suharto Washington'un ebedi minnet duygusuna güvenebilir ve yüzbinlerce insanın öldürülmesinden sorumlu tutulmak üzere Lahey'e getirilemez. Aynı şey Augusto Pinochet gibi savaş suçluları için de, Lumumba'nın parçalanarak öldürülmesi işine karışan Belçikalılar için de, Castro'yu vurmaya veya zehirlemeye çalışan Amerikalılar ve Kübalılar için de geçerli. Dünyanın bütün kıtalarında en kanlı savaş suçlarını işleyen binlerce Amerikalıya da bu ölçütler uygulanamaz. Onlar 21. yüzyılın faşist dokunulmazları haline geldiler, talihsiz Yugoslavyalı kardeşlerinin aksine adalet önüne çıkarılamazlar. Beyaz Saray, CIA ve Görünmez Hükümet onları korur çünkü solcuların ve komünistlerin kitlesel kıyımı, yurtsever bir Amerikalının görevi olarak değerlendirilir. Solcu, komünist veya terörist olarak görülenler, Washington'un harcanacak ve bir kenara atılacak insanlar kategorisine girer. |