Küresel terörist
(2002)–Willem Oltmans– Auteursrechtelijk beschermd
[pagina 15]
| |
Gizli DevletCIA'nın eski istihbarat analizcilerinden David F. Rudgers kısa süre önce ‘Gizli Devleti Kurmak’ıGa naar eind(6) yayınladı. Aslında neyin olup bittiğini anlayabilmek için yeterince belgenin ulaşılabilir hale gelmesi gerekiyor. Bu da normal koşullarda bir yarım yüzyıl sürüyor. 1882'de ABD Deniz Kuvvetleri ilk istihbarat birimini kurdu. Rudgers'ın yazdığına göre, bunu 1920'de Genelkurmayın (G-2) komutası altında faaliyet gösteren Askeri İstihbarat Dairesi (MLD) izledi. Bu, ‘Politikayı belirleyenlerin jeopolitik anlayışının’ değiştiği 1930'larda uluslararası koşullardaki kötüleşme sırasında gerçekleşti. Almanlar ise beşinci kolları ajan olarak kullanıyordu. Başkan Franklin D. Roosevelt, sonunda 1939'da, birkaç önemli bakana, casusluk, sabotaj ve karşı istihbarat olaylarının soruşturulması gerektiğini bildiren gizli bir talimat gönderdi. O günlerde, Meksika sınırında Ulusal Muhafızlar içinde hizmet verirken ilk Amerikan casusluk otoritesi olarak ortaya çıkan ‘Vahşi Bill’ lakaplı William J. Donovan'ı görüyoruz. Donovan New York'da, onu milyoner eden bir hukuk bürosunu yönetiyordu. Aynı zamanda da bir Cumhuriyetçiydi. Roosevelt, Londra Büyükelçisi Joseph Kennedy'nin gönderdiği raporlardan tatmin olmuyordu, onun yerine Donovan'ı atadı. Rudgers, Donovan'ın zihninin nasıl yavaş yavaş ‘gizli savaş’ın imkanlarının cazibesine kapıldığını ortaya koyuyor. Vahşi Bill İngiltere'nin istihbarat servislerine ve İngilizlerin gizli operasyon yapma yeteneklerine hayran kaldı. Roosevelt ve kabine üyelerine Washington'un aynısını yapmasını öneren birçok mektup yazdı. Tarihçi Rudgers, aşama aşama çeşitli ABD istihba- | |
[pagina 16]
| |
rat örgütlerinin birleşmesinin nasıl tek bir merkezi casusluk örgütünün (CIA) kurulmasına yol açtığını ayrıntılı biçimde anlatıyor. Bu değişim süreci boyunca Donovan'ın imajı tanrısal boyutlar kazandı. ‘Kimse Kremlin'e karşı koymak için bir ABD Gestaposu istemiyordu’ diye yazıyor Rudgers. Ancak gerçekte CIA'nın vardığı nokta budur. Şili'de Pinochet veya Endonezya'da Suharto onbinlerce politik tutukluyu demir parmaklıklar ardına koymak için pratik yollar aradığında yardımı ve tavsiyeleri için Washington'a başvurdu. Şili ve Endonezya'da ABD'nın el altından yaptığı yardım, her iki ülkede muntazam toplama kamplarının kurulması için cömertçe destek sağladı. 16 Mart 1945'de Büyükelçi Donovan, Başkan Roosevelt'e ‘İngiltere Resmi Sırlar Yasası’nın bir bölümünün kopyasını gönderdi. Rudgers, bu yasanın ‘gizli güvenlik belgelerine ulaşmaya çalışan veya elde eden kişilerin -daha sonra bir davranış modeli oluşturabileceği ileri sürülerek- ağır cezalara çarptırılmaları’nı içerdiğini bildiriyorGa naar eind(7). Roosevelt ve Vahşi Bill, Stratejik Servisler Bürosu'nun (OSS) babaları oldular. Başkan Truman fiyakalı Donovan'a açikcası pek sabır göstermedi. Rudgers, Washington dosyalarından, bu iki kişinin yalnızca bir kez 14 Mayıs 1945'de 15 dakika görüştüklerini ortaya çıkardı. FBI'dan J. Edgar Hoover da Donovan'ın düşmanlarındandı. Allen Dulles o sırada İsviçre'de OSS bürosunu yönetiyordu ve daha sonra CIA'nın başına geçecekti. Ancak 1961'de Domuzlar Körfezi sahillerindeki çılgınca CIA macerasıyla Kennedy'nin başına onulmaz bir bela açacak ve Kennedy altı ay sonra Allen Dulles'ı görevinden alacaktı. Harry Truman 20 Eylül 1945'de OSS'yi feshetti. İki yıllık bir ara dönemden sonra 18 Eylül 1947'de CIA işbaşı yaptı. ABD gölgeler savaşıyla mücadele yöntemlerini sonunda yasallaştırmıştı. Görünmez Hükümet yaşamın bir gerçeği olmuş ve müttefikler olarak Mihver devletlerine karşı savaşmış olan eski ortaklar arasında kızışan Soğuk Savaş'ta belirleyici bir faktör haline gelmişti. | |
[pagina 17]
| |
Rudgers, araştırmasının sonunda alışılmadık bir neticeye varıyor. 1945'de düşmanın yenilgisi ile Donovan'ın OSS'si bir amaçtan yoksun kaldı ve kısa sürede kapandı. Bununla birlikte ‘şeytan imparatorluğu’nun savaş sonrası yükselişi, SSCB'nin 1991'de kendi kendine çöküşüne kadar CIA'nın varlığını kesintisizce sürdürmesine izin verdi. Daha sonra yazar, ‘İstihbarat, II. Dünya Savaşı'ndan beri anlaşıldığı şekliyle, yok olmakta olan bir iştir’ fikrine varmiş görünüyor. Ve ekliyor: ‘CIA, ikinci yarım yüzyılına, atası olan OSS'nin kaderinden kaçınma çabasıyla girdi.’ Kesinlikle katılmıyorum. Rudgers bu satırları yazdıktan bir yıl sonra, CIA eski başkanı I. Bush'un soyundan gelen II. Bush, Washington'da iktidarın merkezine geldi. Bu yüzden üzerine bastırarak iddia ediyorum ki, devlet içinde devlet durumu, nasıl CIA 20. yüzyılın ikinci yarısını Sovyetler Birliği'ni kontrol altında tutmaya çalışmakla geçirdiyse, aynı şekilde Çin, 2050 yılında hizaya getirilene kadar kesintisiz biçimde sürecektir. Kuşkusuz bu tamamen ABD'nin o zamana kadar tartışmasız süper güç konumunu koruyup koruyamayacağına bağlı. 21. yüzyılda dünyanın gelişme tarzı bu beklentiyi belirsiz kılıyor. Diğer bir deyişle, David Rudgers'in aksine, bence CIA yakın gelecekte parlak bir istikbale sahip olup pek çok örtülü operasyon gerçekleştirecek: Washington'a göre yanlış davranan ülkelere yönelik askeri işgaller, mutat darbeler, suikastlar, egemen devletlere cruise füzelerinin fırlatılması vb. Ve kim bilir, Fidel'de amacına ulaşmayan zehirli purolar başkalarına da yollanabilir. ABD'nin casus cini bir kez şişeden çıktı; Vahşi Bill Donovan ve arkadaşlarına teşekkürler… Gazeteciliğe 1953 yılında Amsterdam'da çıkan günlük ‘Algemeen Handelsblad’ın dış haberler editörü olarak başladım. ‘United Press’in Amsterdam bürosunda çalıştığım iki yıldan sonra Haziran 1956'da ‘De Telegraaf’ adına Roma, İtalya'da muhabir olarak görev yap- | |
[pagina 18]
| |
tım. O sıradȧ Endonezya Başkanı Suharto bir resmi ziyaret için Roma'ya geldi. Onunla bir röportaj yaptım ve daha sonra aynı yıl ‘Nieuwe Rotterdamse Courant’ ve başka gazetelerin temsilcisi olarak Jakarta'ya gittim. Bir yıl boyunca (1956-1957) Endonezya'dan haber ulaştırdıktan sonra 10 Haziran 1958'de New York'daki Birleşmiş Milletler merkezinde sürekli muhabir oldum. Bu 1970'lere kadar sürdü. New York'daki W. Colston Leigh'in bürosu adına dış ilişkiler konusunda ülkeyi bir uçtan bir uca dolaşarak konferanslar verdim. ABD'nin Güneydoğu Asya politikasını ilk olarak o zaman derinlemesine inceledim. Dişişleri Bakanlığı Uzakdoğu Asya Masası Şefi Walter S. Robertson ve onun yardımcısı olan Marshall Green ile görüştüm. Green 1965'de Sukarno'ya karşı ikinci CIA darbesi sırasında Jakarta'daki ABD büyükelçisiydi. Endonezya'da bir yılını geçirmiş ve Sukarno hakkında birinci elden bilinmesi gerekenleri bilen biri olarak Dışişleri Bakanlığı'nın iki ‘uzman’ından zırvalıklar dinlerken hayretten dilim tutuldu. Robertson ve Green yetersizlikleri nedeniyle işten atılmalıydı. Profesör George McTurnan Kahin ve Audres R. Kahin 1995'de ‘Diş Politika Olarak Yıkıcılık, Eisenhower ve Dulles'ın Endonezya'daki Gizli Yenilgisi’niGa naar eind(8) yayınladı. Ancak 37 yıl sonra Washington 1958'de Endonezya'daki bu ilk CIA darbesi hakkında yeterince belgeyi açığa çıkardı. Ve ancak Kahin'ler gibi profesyoneller olayları güvenilir bir biçimde yeniden kurgulayıp yayınlayabilirdi. Örneğin yazarlar, ABD büyükelçisi John Allison'in Sukarno ve Endonezya hakkında Washington'da hakim olan düşüncelere şiddetle karşı çıktığını ama CIA'ya Sukarno'yu devirme iznini çoktan vermiş olan yöneticilere sesini duyuramadığını vurguluyor. Allison ile tanıştım. Son derece mutsuz görünüyordu. Washington onu devre dışı bırakmıştı. Hâlâ üstlerinin Sukarno'yu bütünüyle kovmayı planladığından habersizdi. CIA darbesi gerçekleşince büyükelçilik görevinden istifa etti. | |
[pagina 19]
| |
Sukarno'nun neden gitmesi gerekiyordu? Çünkü, en azından Washington uzmanlarının zihinlerinde, Sukarno bir güvenlik riski haline gelmişti. Silahlı Kuvvetleri için Moskova'dan ekipman satın alıyordu. Oysa bunun nedeni, daha önce Washington'un benzer talepleri geri çevirmiş olmasıydı. Sukarno, Endonezya Hollanda'dan bağımsızlığını kazandıktan sonra ilk dış resmi ziyaretini 1956'da ABD'ye yaptı. Eisenhower onu münasip biçimde ama ihtiyatla kabul etti. Robertson ve Green gibi adamları dinliyor ve yanlış bilgi sahibi oluyordu. Jakarta'ya iade-i ziyaret daveti aldı ama gitme zahmetine katlanmadı. Daha sonra aynı yıl Sukarno Moskova'ya gitti ve Sovyet Devlet Başkanını, Mareşal Voroşilov'u Endonezya'ya davet etti. Voroşilov 1957'de geldi ve Washington yaygara kopardı. Jakarta'daki New York Times muhabiri Bernard Kalb, Sukarno'nun Moskova ve Pekin'e eğilimini ima eden makalelerini yazmaya başladı. Kalb'in haberleri uydurmaydı çünkü Sukarno ile kendi bağlantılarım sayesinde bunların kesinlikle gerçek dışı olduğunu biliyordum. Fakat onun makaleleri Washington'da bir ağırlık taşıyordu ve Robertson ile Green gibilerinin yararına iş gördü. Kalb'i Jakarta'da bir meslektaş olarak tanıdım ve ona güven duymadım. 1980'li yıllarda Reagan ve Shultz için Dışişleri Bakanlığı sözcüsü olduğu zaman sonunda gerçek kişiliğini ortaya koymuş oldu. Profesyonel bir gazeteci asla ‘Sahibinin Sesi’ olamaz. Yine de, Kalb, daha sonra Shultz'un Libya'ya ABD savaş uçaklarıyla yapılan terörist saldırı konusunda Reagan'la hemfikir olmasını protesto ederek istifa etti. ‘Açıkça askeri müdahale eğiliminde olan ABD Pasifik Kuvvetleri'nin Başkomutanı Amiral Felix Stump, Endonezya gerçekleri konusunda belli ki Allen Dulles'dan daha da miyoptu’Ga naar eind(9) diye yazıyor Kahin. Walter Robertson, CIA darbesi başlar başlamaz Endonezya'nın hareket edemez hale geleceği konusunda ikna edilmişti. Durumu değerlendirmek için bir görevliyi, Gordon Mein'i, Jakarta'ya gönderdi. Mein büyükelçi ve | |
[pagina 20]
| |
kurmaylarıyla görüş birliğine vardı ve Washington'a tamamen doğru biçimde, bir CIA darbesi karşısında Endonezya'nın hareketsiz kalacağı fikrinin yanlış olduğunu bildirdi. Fakat savaş çığırtkanları ısrar etti. Genelkurmay Başkanı Amiral Radford da en kötü ihtimalle Endonezya ordusunun ABD ile birlikte çalışacağına inanıyordu ve Endonezya'da hızlı bir askeri eylem gerekirse hazır olmak için hemen bir inceleme istedi. 10 Şubat 1958'de Albay Ahmet Hüseyin, Endonezya Pemerintah Devrimci Cumhuriyeti'nın 15 Şubat 1958'de kurulacağını ültimatom şeklinde açıklayan bir bildiriyi imzaladı. Kahin, Eisenhower ve Dulles kardeşlerin 1957 yazında Java'da büyüyen komünist etki karşısında nasıl ‘derin bir kaygıya düşmüş’ olduğunu ortaya çıkarıyor. Ağustos'ta Başkan Sukarno'nun ülkenin doğu kesimlerine yapılan bir deniz yolculuğuna katılmıştım. Onunla birlikte birkaç bakan, büyükelçiler ve gazeteciler yolculuk ediyordu. Bunların arasında California'da kurulu think-tank kuruluşu ‘Rand’ den profesör Guy Pauker de bulunuyordu. Bu araştırma kuruluşunun CIA ile sıkı bağları vardı ama bu bağlantı o sıralarda bilinmiyordu. Pauker, ‘Öyle görünüyor ki başkanı iyi tanıyorsun, beni tanıştırır mısın?’ diye sordu. 1957'de CIA entrikaları hakkında henüz bilgisizdim. Hiç kuşkulanmadan, çay ve kahvaltı için erken kalktığını bildiğim başkanla saat 06:00'da bir sabah görüşmesi ayarladım. Sukarno'nun, 1957'de kendi grubu içindeki CIA bağlantılı bir kişiyle aynı gemide yolculuk ettiğini bilip bilmediğini asla öğrenemedim. Pauker, Sukarno'nun bir gizli komüniste dönüştüğünden şüphelenen Washington'daki dangalakların kaynaklarından biri olmalı. Araştırmacı Kahin'ler daha da fazlasını ortaya koyuyor: Eisenhower yönetimi sadece CIA'dan yararlanıp büyük miktarda modern ABD askeri donanımını kullanmadı, aynı zamanda 7. Filo'nun gemilerini, Amerikan uçaklarını ve pilotlarını da kullandı; Tayvan Çini'nden ve Filipinler hükümetinden personel, bina ve | |
[pagina 21]
| |
araç gereç yardımı aldı. Washington, Endonezya'nın - ve Doğu Timor'un- bulanık sularında balık avlamaya daima hazır olan klasik emperyalist kafalı güçler İngiltere ve Avustralya'dan da yardım aldı. Kahin'ler üstü kapalı yorumlarında, Eisenhower'ın Endonezya politikasını yönlendirme girişiminin ‘parlak biçimde karşıtını üretmiş’ olduğunu ileri sürüyorlar. ‘Bu ülkenin hükümetinin Amerikan çıkarları olarak algılanan şeylere uyum sağlaması için değiştirilmesi amaçlanmışken, bu girişim gerçekte yönetimin yok etmek veya zayıflatmak istemiş olduğu unsurları pekiştirdi ve güçlendirmeyi dilediklerini de yıkıma uğrattı.’ Kahin'lerin vardığı bu isabetli sonuç, II. Dünya Savaşı'ndan beri ABD dış politikasında neyin yanlış olduğunu birkaç kelimeyle özetliyor. Zaman zaman Washington'daki karar alıcılar, kendi antikomünist takıntılarını yabancı topraklara ve onların liderlerine yansıtarak, ayakları yere basan Amerikalı diplomat ve gözlemcilerin uzman tavsiyelerine rağmen kendilerini kandırdılar. Kennedy döneminde Dışişleri Bakanlığı İstihbarat ve Araştırma Bürosu Başkanı Roger Hilsman ‘Bir Ulusu Harekete Geçirmek’teGa naar eind(10) Sukarno olayı ile ilgili şu gözlemi aktarıyor: ‘Başkan Sukarno'nun 1961'deki Washington ziyareti öncesinde Kennedy sohbet sırasında, 1958 ayaklanmasındaki CIA desteği gibi şeyleri değerlendirdiğiniz zaman Sukarno'nun sık sık anti Amerikan davranış göstermesi anlaşılabilir, diye konuştu.’ Sukarno'yu 1956-1966 arasında iş başında, hem Endonezya'da hem ülke dışında, bu arada 1960'da ‘Dünyayı Yeniden Kurmak’ başlıklı tarihsel konuşmasını yaptığı Birleşmiş Milletler'de, Washington, San-Fransisco, Tahran, Ankara, Kopenhag, Bonn, Venedik ve başka birçok yerde izledim. Sukarno, Hilsman'ın ileri sürdüğü gibi hiçbir zaman anti Amerikan olmadı. Sömürgeciler onu, Hollanda'nın elindeki Doğu Hint adaları halklarının özgürlük yürüyüşüne önderlik etmesini önlemek amacıyla 11 yıldan daha uzun süre hapiste | |
[pagina 22]
| |
tuttukları halde Hollanda karşıtı da olmadı. ABD dış politikasını ve Hollanda sömürgeciliğini sevmiyordu. Ona adlarıyla seslenen ve onun ne olduğuna dair hiçbir şey bilmeden onu hakir gören Amerikalı ve Hollandalı politikacılara küçümseyerek bakıyordu. Ya da 1958'de onu devirmek için bir darbe düzenleyen Eisenhower ve Dulles kardeşleri, olsa olsa, Amerika'da bile olmaması gereken Gizli Devletin ürettiği uygunsuz kişiler olarak görüp küçümsüyordu. |
|