De Gids. Jaargang 169
(2006)– [tijdschrift] Gids, De– Auteursrechtelijk beschermd
[pagina 112]
| |
Sevtap Baycili
| |
[pagina 113]
| |
konuştuğun ikimiz için de çok barizdi. Hatta son telefon konuşmamızda bunu sen de kabul etmiştin. Ama kasten yapmıyormuşsun. Farkında bile değilmişsin. Sana belki on defa söyledim, şu ermeni meselesine karışmayacağım, bu konuda bir satır bile yazmayacağım, Ermeniler hakkında hiçbir şey yayınlamayacağım diye. Sen duymadın dinlemedin beni. ‘Benim başımda ermeni meselesi olmadan da dert çok’ dedim, ‘bir de tutup burada adaletin sesi mi olayım durup dururkenı Euro Disney'den ben mi Türklerin dünya tarihindeki yerini gerçeklere uygun hale getireceğim, bu iş bana mı düşer?’ dedim kaç defa. Hatırla. Hatırlamasan da işte sana açık-seçik bir mektup. Anlamama, dinlememe mazeretin yok artık. Bir mektubun sana söylediklerini farkında olmadan dinlememek imkansız gibi bir şeydir anneciğim göreceksin. Çünkü okumak dinlemektir. Yazılı söz edilen sözden çok farklıdır. Kasten veya elinde olmadan yazılanlara kulak kapatmak, mektubumu okuyan gözlerinin anlattıklarımı dinlemesini engelleyemez. Öyleyse mektubumu güzel oku. Önce güneşli bir sabahta, kahvaltından hemen sonra, elinde bir bardak sıcak demli çayla sabahın keyfini çıkarırken oku. Sonra bir kere daha lütfen. Baktın ki heyecanla, gözlerin dolu dolu telefona koşuyorsun, bir telefon açıp bana demediğini bırakmayacaksın; işte özellikle o zaman, telefonu bırak bir yana ve mektubumu bir kere daha oku. İnan böylesi ikimize de çok iyi gelecek.
Ben anne bir değilim. Bu yüzden senin bir anne olarak bana karşı hissettiklerinin hangi şiddetle senin benim hakkımdaki düşüncelerini belirlediklerini yargılayamıyorum. Yavrusu için endişe duymak belki de bir annenin en öncelikli işidir. Senin gibi birer anne olan arkadaşlarım, bana bu aceleye kapılmış annelik endişelerini uzun zamandır anlatmaya, kavratmaya çalışıyorlar. Hepsi de bir ağızdan senin savunucun tabi ki. ‘Bir çocuğun öncelikli koruyucusu onun annesidir. Bir anne hayat boyu bunu hep böyle görür’ diyorlar. Ben de ‘korumak başka, sürekli olarak annelik endişelerini dile getirmek başka’ diyorum. Çünkü anne böyle yaparsa, çocuğun sonuçta kendine güvenini yitirmesine sebep olur. Çocuk dediğim de bu arada benim yani. Böyle devam edersen ben senin sayende buralarda, yani benim de senin gibi pek çok yönden onay verememeye başladığım şu toplumda, eskiden olduğu gibi doğru düzgün yaşayabilmek için her geçen gün daha fazla ihtiyaç duymaya başladığım dayanma gücümü bile yitirebilirim. Fakat anneciğim, bana bu günün dünyasında insanların kişiliklerini silip süpürme amacıyla inşa edilmiş elektrikli şahsiyet süpürgesi gibi gelmeyen hiç bir toplum yok aslında. | |
[pagina 114]
| |
İnsanlar artık kendi ruhlarının bile varlığına inanmıyor. Bir insanın kendi ölümsüzlüğüne inanmasının, yani insan ruhunun varlığına inanmanın modası çoktan geçmiş gitmiş sanki. Yani kendi kendine ister inan ister inanma, ama bu dünyada bir şeyler yapıp bir yerlere gelmek istiyorsan ayakların yere basmalı, gerçekçi olmalısın deniliyor. Bu burada, benim yaşadığım Avrupa'da böyle, ve bu, senin yaşadığın Türkiye'de de aynı. Bugünün dünyasında, bütün toplumların altında temelde sanki hep aynı küfür yatıyor: ‘insan ruhu insanın taşıyamayacağı kadar ağırdır, her şeyden bağımsız ve özgür olmaktan başka hiç bir hakiki savaşımı olmayan bireyin önüne, ona engel olsun diye yerleştirilmiş, zaten kendisi de bir insan uydurması olan tanrı tarafından icad edilmiş, insanın ayağına çelme, elinin kiri, aslında var olmayan çok kötü bir şeydir.’ Sen orada, bunu böyle kabul edenlere belki pek kolay rastlayamazsın. Çünkü Türkiye'de insanlar Allah'a inanır diye biliriz bizler. ‘Bir insan taşıdığı ölümlü bedeninden ibaret bir canlı değildir’ der Müslüman Türkler orada, neredeyse hepsi bir ağızdan. Ama bak işte, kurulan toplum orada da insanı bir çirkin küfre indirgeyen bir toplum, bu burada da böyle. Senin anlayacağın, hiç bir yerde daha iyi bir toplum yok. Ama belki daha güzel ülkeler var toplumların yaşadığı. Ah anneciğim, dinle beni, ben orada da, burada da aynıyım gördüğün gibi, ve inan bana, ben ne orada olabilirim ne de başka bir yerde. Ben aslında hiçbir yerde olamadığım için hala Hollanda'dayım. Benim gibi çileli bir filozof bu çağda ancak Efteling'deGa naar eind1 akran bulur kendine.
Bu mektup sadece benim hakkımda değil. Beni ilgilendirdiği gibi bu konular seni de ilgilendiriyor. Her nedense seninle ne zaman konuşsam kendimi çok kötü hissediyorum bu son zamanlarda. Demek istediğim kötü bir şey yapmış gibi suçlu. Sanki ben inadıma, sana eziyet olsun diye burada yaşamaya devam ediyormuşum gibi. Hep öyle diyorsun ya. Hollanda benim gibi bir kızcağıza uygun bir ülke değilmiş güya. Dediğin dedik misin hala bu konuda? Kızcağız diyorsun bir de, bana inadına mı ne? Sen bilirsin bu kelimenin beni ne kadar kızdırdığını. Birdenbire beni sekiz yaşındaki, kızcağız dediğinde kızan o küçük kızcağızın mı sanmaya başladın bu yaştan, bu kadar yıldan sonra. Sen bana ve verdiğim kararlara, otuz yıl önce, ben sekiz yaşında bir kızcağızken daha çok güveniyordun sanki. Hani anne, nerede kaldı senin bana inancını
Yavaş yavaş düşünüyorum da, aslında senin benim burada, Hollanda'da yaşamam konusunda duyduğun derin annelik endişelerini ortadan kaldırmak, benim evlatlık görevim değil gibi. Zaten ben bunu | |
[pagina 115]
| |
beceremiyorum ki. Bu beceriksizlik beni, bu günlerde hem uzaktaki vefasız evlat hem de utanmaz tele-vatan haini yapıyor demek. Sizler orada Hollanda hakkında her şeyi sanki takip ediyorsunuz. İşlenen politik cinayetler, düşüp kalkan hükümetler, sosyal huzursuzluklar, entelektüel yoksulluk - ve Euro'dan sonra genel anlamda yayılan gerçek yoksulluk-, müslüman düşmanlığı, yabancılara karşı duyulan, yayılan genel bir hoşnutsuzluk vs, ve bardağı taşıramayan son damla olarak şu ermeni soykırımı. Benim için endişelenmekte belki de haklısın. Tablo hiçte iç açıcı değil. Hatta sen bana ‘bütün bunlar senin bundan önce hayatında verdiğim bir kaç önemli ve yanlış kararın cezasıdır’ desen bile haklı olabilirsin. Ama sen böyle deyip beni üzmek istemedin bence. Ya da ben seni böyle yanlış anlıyorum.
Sevgili annem, çıngarlı geçen son telefon konuşmamızda bana şunu demiştin: ‘ben değil, sen kendin Hollanda'yı kendi ülken olarak göremiyorsun.’ Güya sana bunu ben kendim sürekli belli ediyormuşum. Bunu görebilmek için Hollanda'nın içini dışını bilmene gerek de zaten yokmuş. Ben Hollanda'yı bir türlü vatanım olarak kabul edemediğim için mutsuzmuşum. Doğrusu ben senin bu sözlerinden pek bişey anlayamadım anne. Dedin ki, ‘kendi vatanlarında yaşayan insanlar, ülkeleri onları üzerse, kırarsa, ülkelerini üzmekten; vatanları onlara hainlik yaparsa onlarda vatanlarına hainlik yapmaktan böyle senin gibi, bu kadar çekinmezler.’ Bana ne demek istedin bu sözlerleı Benden burada kötü bir şeyler yapmamı mı bekliyordun acabaı Bu kadar çekingen olmamalı mıyımı Hayır. Sen bana mutlaka başka bir şey söylemeye çalışıyordun. Demek istediğin neydiı Bu güne kadar uğraşıp çabalayarak zorla elde edebildiğim her şeyi Ermeniler hakkında yazılar yazarak riske mi atmalıydımı Sen hep bana demez miydin, ‘çocuk kitapları yaz, masal olsun ya da aşk romanları olsun, politikaya sakın karışma’ diye? ‘Aman sakın hakikatin ta kendisine dokunma. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar, bu her yerde böyledir.’ diye bana sıkı sıkı nasihat etmez miydin sen eskidenı Bana ‘şu hassas konuları bırak başkaları yazsın’ diyen hep sen değil miydinı Anlayamıyorum bir türlü, ne demek istiyorsun ‘ülke seni üzerse sen de ülkeyi üzersin’ diyerekı Bu mu Hollanda'yı benim vatanım yapacakı Belki de sen bana bizim başbakan Balkenende'nin hep söylediğini söylüyorsun, o da öyle diyor: ‘sizde katılın, hep beraber!’
Fakat nasıl oluyor da sen bu kadar kesin konuşuyorsun Hollanda hakkındaı Ya da benim hakkımda. Hollanda'nın beni incittiğinden | |
[pagina 116]
| |
neden bu kadar eminsinı Böyle bir şeyi sen nasıl bilebilirsinı Aslında Hollanda'ya bakarsan biz, yani ‘yabancılar’ Hollanda'yı incitiyor. Yani senin düşündüğünün tam tersi.
Ben yine de seni rahatlatmak için karanlık bir kaç konuyu senin için açacağım. Hollandalıların soykırım takıntısı aslında bana hiç dokunmuyor, beni hiç kırmıyor. Ben hemşerilerimin, yani Hollandalıların Srebrenica olaylarına karşı nasıl tavır aldıklarını da gördüm. O zamanki başbakan çıktı ve dedi ki: ‘dünyada kimse ve hiçbir örgüt Srebrenica da, Birleşmiş Milletler barış gücünün koruması altındaki Müslümanların vahşice katledilmesinin sorumluluğunu üstüne almadığı için’, (çünkü yapılan tarihi araştırmanın sonucuna göre işin sorumluluğu kimseye yüklenemezmiş, suç ta zaten sırplı liderlerinmiş) o Hollanda adına, bu ülkenin başbakanı olarak felaketin sorumluluğunu üstüne almaya kişisel olarak karar vermiş. Bu davranış buranın şartlarına göre bir kahramanlık örneği. Hollanda'nın kendi bağımsız tarih kurumu tarafından yapılan araştırmaya göre, katliamın sorumluluğunu Hollanda'ya yükleyebilecek hiç bir belge yokmuş, ya da bulunamamış. İşte bu yüzden Hollanda felaketin sorumluluğunu üstüne almaktan çekinmedi. Yani senin anlayacağın Türkiye'den istenen de bu türden bir kahramanlık. Avrupa'da yaptığın ya da sebep olduğun kötülükleri, ya da bir soykırımı, tanımakla, suçlu olduğunu kabul etmek arasında dünya kadar fark var. Yani ya suçlu olduğunu itiraf edeceksin, yani tanıyacaksın, o zaman ceza falan alman söz konusu olmuyor, olayın takibi falan gelmiyor; ya da utanmadan sıkılmadan sorumluluğu üstüne alacaksın, suçu hiç kabul etmeden, o zaman artık gönlünden ne koparsa bozduğunu yapmaya çalışacaksın. Ha birde burada en çok şikayet edilen durum olarak, ermeni meselesinin Türkiye'de üzerinde tartışmanın yasak olduğu bir tabu olduğu iddiası var. Türkiye'nin soykırımı bir türlü kabul etmemesi soykırımın Türkiye'de tabu olmasından kaynaklanıyormuş güya. Aslında Avrupalıların takıntısı ne Ermeniler ne de soykırım. Avrupalılar öyle gerçeklere bayılan ayılan insanlar da değiller. Onların saplantısı, burada adına ‘ahlaki hakikat’ denilen birşey. Onlara göre Türkiye bu hakikatin dışında kalan, pek çok yönden ahlaki hakikatin dışında yaşayan bir ülke. Yani aslında soykırım olmuş mu, olmamış mı, konu bu değil onlara göre. Olan olmuş, ölen ölmüş. Bunu zaten ispatlanmış bir gerçek olarak kabul ediyorlar. Hatta konuşurken ermeni soykırımı yerine ermeni meselesi diyorsan, sen ahlaki hakikati eksik olan bir inkarcısın onların gözünde ve bu yüzden konunun aslını seninle konuşmak onlar için ahlaki bir aşa- | |
[pagina 117]
| |
ğılanma anlamına geliyor. Yani bu öyle bir durum ki, ben ne yazsam ne çizsem faydasız. Ben istesem de istemesem de susmak zorundayım bu konuda. Ama işte tam bu yüzden halimde endişe edilecek, durumumda korkulacak hiç bir şey yok. Yani ben aslında emniyetteyim anne. Kendimi bu ülkede vatanımda hissedebilmek için Hollanda'yı incitmeme hele hele hiç gerek yok. Ben kendimi burada, özellikle bu son günlerde evimde, vatanımda hisseder oldum. Türkiye'den yıllar önce kaçar gibi ayrılırken aklımda neler vardıysa Türkiye hakkında, aynı şeyleri şimdilerde Hollanda için de düşünür oldum. Ben orada olduğu gibi burada da ahlak satan ve ahlak alan bir sürü aptalın yaşadığı bir ülkede yaşıyorum. Bu iyidir, bu kötüdür diye listeler hazırlayıp boş zamanlarını başkalarının ahlaki hayatını bu listelere kendi yazdıkları iyi-kötülere göre gözaltında tutarak değerlendiren, bir sürü çokbilmişle aynı ülkede yaşıyorum hala. Başkalarının işine karışmak, başkalarının ahlakını kendine hiç bakmadan yargılamak ve sorulmadan hemencecik ateşli alevli fikrini belirtmek... Bunların hepsi Türk işi. Ve benim gözümde artık hem Türk işi hem de Avrupa malı.
Burada da bilmeden öğrenmeden fikir yürütmek, işin ahlakını yargılamak sorun değil, sanki moda. Şimdi ben delirip ermeni meselesi hakkında bir makale yazsam, bu makalede Hollanda'nın gri gök kubbesinin altında soykırım diye en çok haykıranların bilgisizliğini göstersem, bir de durup dururken buradaki Ermenilerin gözüne acıyla batma tehlikesi var. Tehlikelerin ben de tabiki farkındayım anne, ama korkma. Her nedense tehlikeli durumlar karşısında susma kabiliyetini hala geliştirememiş olsam da dinleyenin olmadığı zamanlarda ya da söyleyecek bir şeyim kalmadığında susabilecek kadar akıllandım. Yani senin anlayacağın ben bu ermeni meselesinin dışında tutuyorum kendimi. Yani burada geçirdiğim yıllar, beni çekingen ve sessiz bir kızcağız yapamadı aslında. Hollanda beni akıllı ya da ahlaklı da edemedi. Benim susma sebeplerim aslında bambaşka. Anlatabiliyor muyum bilmem. En önemli sebebim ise şu son zamanlarda beni uzaktan seven sevgili ak saçlı annemin yüreğine indirecek bir şey yapmaktan çekiniyor olmam. Annem oralarda benim hayatımdan, iyi halimden endişe duymasın, korkmasın, rahat olsun diye falan. Bir tele-evlat olarak benim elimden gelen bu kadar. Ama az değil bu, sen beni bilirsin. Ben ağzımı haksızlık ve yalan karşısında kolay kolay tutamam, bunlara iki vatanımın hangisinde tesadüf edersem edeyim, aslında hiç fark etmez. Ellerinden öperim, sevgilerimle. | |
[pagina 118]
| |
sevtap |
|